15 Temmuz’dan itibaren ülkede birlik havası esmeye başladı. Kardeşlik duygusu vatanın her karış toprağında egemen oldu. Devlet söz konusu olduğunda en sağcısından en solcusuna kadar herkesin bir araya gelebileceği tescillenmiş oldu. Tanklara toplara karşı göğüsler siper oldu. Millet imandan alınan güçle darbeye dur dedi.
Bu süreçten sonra Türkiye’de her şey daha farklı oldu. Konuşulamayanlar konuşuldu. Söylenemeyenler söylendi. Herkes eteğindeki taşı ortaya döktü. FETÖ’nün yanlışlarını söylemek avantaja dönüştü. Millet her şeyi daha net biçimde gördü.
15 Temmuz’dan önce AK Parti’nin başlattığı paralel yapıyla mücadele farklı bir boyut kazandı. Eskiden Erdoğan’ın bu mevzuyu abarttığı düşünülüyordu. Bu yapının üstüne gidildikçe muhalefete operasyon yapılıyor zannediliyordu. AK Parti içinden bile paralel yapı abartılıyor sesleri kısık sesle konuşuluyordu. Bu yapı ile mücadele etmek isteyenler kara propagandaya maruz kalıyor yani mücadele edilemiyordu.
15 Temmuz’dan sonra ise durum tamamen değişti. Paralelin ne kadar tehlikeli bir örgüt olduğunu herkes gördü. Millet bu yapının çökertilmesi için hükümete tam yetki verdi. Artık FETÖ’ye karşı mücadele için toplumsal destek tam olarak sağlanmıştı. Düğmeye basıldı, süreç başladı.
Başlatılan mücadelede ilk etapta asker içindeki FETÖ’cüler tasfiye edildi. Askerin silah gücü vardı ve ikinci dalga her an gelebilirdi. Bu yüzden asker içindeki FETÖ’cülerin ayıklanması süratle ve büyük bir titizlikle yapıldı. Daha sonra sıra Emniyet’e ve yargıya geldi. Bu kurumlar devlete operasyon yapabilen kurumlardı. Bu yüzden bu kurumlara hızlıca operasyon yapılmalıydı ve nitekim de öyle oldu. Bundan sonra artık sıra devletin diğer kurumlarına gelmişti.
Öğretmenler, sağlık çalışanları, her mevkideki devlet memurları ilk etapta işten çıkarıldı. Daha sonradan gözaltına alınanlar oldu. Milletimizin bir kısmı burada eleştirilerini yöneltti. Öğretmenler mi darbe yaptı, doktorlar mı millete kurşun sıktı? Neden bu meslek grupları içeri alınıyor eleştirisi yükseldi. Bu eleştiriler ilk etapta mantıklı gibi görünse de aslında haklı bir eleştiri değildi. Çünkü bu yapılan operasyonlar darbe operasyonları değildi. Eğer darbe operasyonu olsaydı sadece askerler içeri alınırdı. Bu operasyonlar FETÖ operasyonlarıydı. Bu yapıya destek veren, bunların içerisinde yer alanların tespit edildiği operasyonlardı.
FETÖ’nün asker üniformalı teröristleri bize bu yapının gerektiğinde ne kadar acımasız olabileceğini gösterdi. Askerlerin elinde silah olduğu için insanlara silahlarıyla saldırmıştı. Askerinin içindeki FETÖ’cü ile Sağlık Bakanlığı’nın içindeki FETÖ’cünün zihin yapısı farklı değildi. Hepsi aynı perspektifle çalışıyordu. Asker millete kurşun sıkarken doktor ameliyatta hastanın damarını keserdi ki, bunu Doğu’da PKK sempatizanı ya da örgüt üyesi bazı sağlık çalışanlarının gazilerimizin yaşamına son verdikleri uygulamalarda gördük. Bu durum bazı gazilerimizin şehit olmasına yol açtı. Bu yapının içindeki savcı istediğini tutuklarken, akademisyen de istediğini mezun ederdi. Yani meslekten yana elde ettiği tüm yetkileri sınırsız sorumsuzluk üzerine kullanırdı. Bunlarda hak hukuk yoktu. Edep adap yoktu. Vicdan merhamet de yoktu. Kafalarına göre eylem yapma vardı. İstediği kişiyi kendi alanında perişan edebilirlerdi. Karşıdaki kişinin o işi hak edip etmediğine bakmaksızın talimatla hareket ederlerdi. Aklımıza hayalimize gelmeyen pislikleri yaparlardı. O yüzden bu yapıya bağlı olan kim varsa onu etkisiz hale getirmek gerekirdi.
Bu süreçte yapılması gereken 15 Temmuz ihanet kalkışmasına destek veren, Fethullah Gülen’i terörist olarak görmeyen her kim varsa onunla mücadele etmek olacaktır. Teröristin mesleği olmaz. Bu yapının elemanlarını cımbızla seçmekten ve tasfiye etmekten başka yapacak hiçbir şeyimiz yok. Aksi takdirde yapacağımız her şey çocuklarının yetim büyümesini göze alarak gözünü kırpmadan şehit olan kardeşlerimize yapılan ihanet olacaktır.