Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son yıllarda her fırsatta dile getirdiği başkanlık sistemi toplumda uzun bir süre karşılık bulmamıştı. İnsanlar yeni sisteme endişeyle bakıyor, değişikliğin potansiyel zararlarından fazlasıyla çekiniyordu.
7 Haziran seçimleri adeta başkanlık sistemi seçimine dönüşmüştü. HDP başkanlık sistemini istemeyen insanların odak noktası haline getirildi. 16 Nisan’da evet diyeceğini açıklamayan Ahmet Davutoğlu AK Parti’nin başındaydı ve başkanlık sistemini savunmakla görevliydi. 7 Haziran seçimlerinde %40.8 oy aldıktan sonra Davutoğlu’nun ilk açıklamalarından birisi vatandaş başkanlık sistemini istemiyor demek olmuştu.
1 Kasım seçimlerinde başkanlık lafını ağzına almayan Erdoğan, AK Parti’de ipleri tekrar eline aldı ve milletin istediği vaatleri yerine getirerek tekrardan AK Parti’yi % 50 bandına oturtmayı başardı. Seçimden sonra da olağanüstü kongre ile Binali Yıldırım yeni genel başkan olarak seçildi.
Aradan 8 ay geçtikten sonra 15 Temmuz darbe kalkışması meydana geldi. Devlet adeta uçurumun kenarından döndü. PKK, DEAŞ, DHKP-C ile her fırsatta işbirliğine giren FETÖ ülke idaresini ele geçirmeye çalıştı.
15 Temmuz ihanet kalkışmasıyla beraber Devlet Bahçeli durumun ciddiyetini anlayarak Erdoğan’la aynı siyasi çizgide konumlandı ve devletin geleceği açısından doğru olduğuna inandığı her olaya koşulsuz şartsız destek vermeye başladı.
15 Temmuz gecesinde ölümle burun buruna gelen Erdoğan’ın pasif davranıp kabuğuna çekilmesi bekleniyordu lakin tam tersi bir tutum sergileyerek belki de siyasi kariyerine mal olacak başkanlık sistemini halkoylamasına götürdü. 16 Nisan referandumuna bu gelişmeler sonucunda gidildi.
Bu seçimle beraber 1 Kasım’daki oyları %65’e yakın olan evet cephesi başkanlık sistemi oylamasında %51 oy aldı. Galip geldi ancak mağlup gibi hissetti kendini.
Hayır cephesinin lideri konumunda bulunan Kemal Kılıçdaroğlu her fırsatta insanları korkutacak senaryolar dile getirdi. AK Parti ise her gün bunları yalanlamakla uğraştı. Yani hayır cephesi bastırdı, evet cephesi savunmada kaldı. Hâlbuki evet çok güzel anlatılabilirdi, argümanı güçlüydü lakin yapamadı.
7 Haziran seçimlerinde de HDP bastırmış Davutoğlu başkanlığındaki AK Parti savunmada kalmıştı. Aynı senaryo tekrar yaşandı. Kısaca AK Parti geçmişteki hatasından ders almadı.
Televizyonda konuşan evet ve hayırcı yorumcular kozlarını paylaştılar. Hayırcı konuşmacılar evet diyenleri çoğu zaman alt etmeyi başardı. Evet cephesinin televizyon yorumcuları sınıfta kaldı.
AK Parti’nin en güçlü yanı teşkilatıdır. AK Parti teşkilatını burada ikiye ayırabiliriz. Çok çalışan elinden gelen ne varsa ortaya koyan bir teşkilat ortada dururken, gizliden gizliye hayır oyu kullanan teşkilatçılar da vardı. Yani AK Parti içerisinde Erdoğan ve Yıldırım’a ihanet edenler vardı. Bu da bazı illerde oy oranının düşmesine yol açtı.
Bu sistemin asıl faydası Erdoğan’dan sonra fark edilecekken hayır cephesi Erdoğan’dan sonra ne olacak diyerek vatandaşı etkilediği için yani evetin en güçlü kozunda bile eveti susturduğu için oylarını %48’e kadar yükseltebildi.
Seçimden iki gün önce ‘’Büyükşehir yasasından sonra Belediyeler ile İl Özel İdareleri’nin gücü birleşmiştir. Bu yüzden Belediye kavramı yerine başka kavram kullanalım’’ diyen Cumhurbaşkanı danışmanı Şükrü Karatepe’nin sözleri eyalet olarak algılandı ve Bahçeli’nin canlı yayında tepki göstermesi üzerine kararsız vatandaşlar hayır oyu kullandı. Yani son iki günde evet cephesi ciddi oy kaybetti.
Evet cephesinin bütün seçim boyunca tek bir gafı bulunuyor. Ancak hayır cephesine baktığımız zaman bu gafların çok sayıda olduğunu görüyoruz. Kılıçdaroğlu başta olmak üzere Deniz Baykal, Muharrem İnce, Hüsnü Bozkurt gibi birçok siyasetçinin kabul edilemez söylemleri olmasaydı belki referandumdan hayır çıkacaktı.
AK Parti’nin oturup nerede hata yaptığını ciddi anlamda düşünmesi gerekiyor. Evet çıktığı için sevinmeli, tabanının yarınlara umutla bakmasını sağlamalıdır. Ancak yaptıkları hataları tek tek tespit etmeli ve çözüm üretmelidir. Aksi takdirde 2019’da büyük bir yıkım yaşayabilirler.