İnan, yazısında şu ifadeleri kullandı:
Sarayı bol, saray heveslisi insanının daha da bol olduğu bir ülkemiz var.
Dünyanın birçok ülkesi de bizden farksız. Kim bilir belki de mutlu insanların yaşadığı bir ülke yaratmaktan uzak kalmamızın nedenlerinden biri olmalı bu saray arzusu…
Dünyanın dört bir yanında ülkeler birbirleriyle amansız bir savaş içindeler.
Bitecek gibi de gözükmüyor.
Hiç bilmedikleri, tanımadıkları halde birbirlerini öldürüyor insanlar.
Gencecik insanların bunca ölümü “ne için, niye” diye sormadan.
Böyle bir kötülük yaşıyor dünya. Gencecik insanlar birbirlerini acımasızca öldürüyor ya da sakat bırakıyorlar.
Ölmeyip de sağ kalanların birçoğu gelecekte bu yaptıklarından büyük pişmanlık duyacakları bir dram yaşayacaklar.
Bunca kötülüğün içinden, insanların daha güzel bir dünyada yaşaması için mücadele vermiş, güzel bir insanın hikâyesini anlatmaya çalışacağım bu yazıda.
Gecikmiş bir yazı.
Bir aydır notlarımı ve kitabını yanımda taşıyorum Jose Mujica’nın.
Güney Amerika’nın en küçük iki ülkesinden biri olan Uruguay’ın eski devlet başkanı Mujica’nın, namıyla anarsak Pepe’nin yaptıklarını ve yaşamını devlet başkanı olduktan sonra takip etmeye çalıştım.
Bu küçük Güney Amerika ülkesinin sahip olduğu toprak, 176 bin kilometrekare. Nüfusu ise Bursa’dan biraz fazla, 3 milyon 500 bin…
Ülke küçük ama onun beş yıl devlet başkanlığını yapan Pepe’nin kendi ülkesinde de, dünyanın başka ülke insanları üzerinde de bıraktığı iz kocaman…
Tam adı Jose Alberto Mujica Cordano, 20 Mayıs 1935’te Uruguay’ın başkenti Montevideo’da doğdu.
1968’de Küba Devriminden ilham alan Marksist Tupamaros Ulusal Kurtuluş Hareketi gerilla grubunun lideri olarak başladı mücadeleleri.
1970’te Mujica, Montevideo’daki bir barda kendisini yakalamak için gelen polislere direnirken iki polisi yaralamasının ardından altı kez vuruldu. Hastanede Tupamaros taraftarı bir cerraha denk gelmesi onun hayatını kurtardı; yoksa ölecekti.
1973’te Uruguay ordusu darbe yaptığında, dokuz kişiyle birlikte darbecilerin elindedir. Gerillaların saldırıları devam ederse onu öldüreceklerdir.
Böyle başlayan cezaevi günleri, 14 yılı aşkın bir süreye denk gelmektedir. Bu süre boyunca ağır koşullarda ve tecritte tutulur. Ağır işkencelerden geçer. Karıncalarla, farelerle konuştuğunu söyler.
En mutlu günü, hapislikten kurtulduğu gündür. Başkanlık bunun yanında önemsiz kalır onun için.
Onun anlattıklarından beni en çok etkileyen anısını yazmazsam olmaz. 1969’un baharı, bir evin çatı katına girerler Jose ve arkadaşları. Evde iki kız kardeş vardır. Mannise ve Beatriz. Mannise, felçli olduğu için tekerlekli sandalyededir. Eve girdiklerinde Pepe, arkanı dön, çeneni kapa ve ellerini başının üstünde tut! diye komut verir.
Kız kardeşi tekerlekli sandalyesini iterek başka bir odaya götürür. Kardeşler girerken onlara “İyi olacaksın, bu seninle ilgili değil” der.
Mannise’ye sevgi dolu dokunuş gibi gelir Pepe’nin sözleri.
Kızların babası, Uruguay’ın aşırı sağla bağlantılı, çok sayıda tabancaya sahip, kötü bir şöhreti olan yargıçtı. Mujika ve arkadaşları evdeki belgeleri ve silahları alıp gittikten sonra, Mannise, en çok okul ödevlerini yazdığı daktilosunun da gitmesine çok üzüldüğünü söylemiştir.
Mujika, bu haberi görünce, ertesi gün kızların evine telefon eder, telefonda “Biziz, dün evinize gelenler, daktilonu almak istiyorsan, yandaki binanın girişine bırakıyoruz” der. Daktilo tam da söylediği yerdedir.
Gerillalıktan başkanlığa giden adamın yolu böyle…
2010 – 2015 yılları arasındaki bir dönemlik başkanlık görevi, ülkesinde yarattığı sevgi ve ilgi diğer dünya ülkelerinin insanlarınca da büyük takdirle karşılandı.
Başkan seçildiğinde, konut olarak başkanlık sarayında oturmadı. Oranın okul olmasını önerdi. Kendi kulübesinde eşi ve bir ayağı aksak köpeğiyle yaşamayı sürdürdü.
1987 model Volkswagen arabası, onun bir parçası gibiydi. Rivayete göre bir Arap zengini, arabasını satın almak için büyük miktarda para önermesine rağmen, onu satmayı reddetti.
Maaşının yüzde 90’ını yoksullara verilmek üzere bağışlıyordu. Uruguay’ı sosyalleştirdi; kürtajı yasallaştırmanın yanında esrar pazarını devlet kontrolüne aldı.
Az ile yetinmeyi ve sadeliği hapislik yıllarında öğrendiğini şöyle anlatıyor: “O yıllarda, zindanlarda, bir kimsesiz, bir yetim gibi yaşarken, ne kadar az şey ile mutlu olunabileceğini öğrendik. Eğer az ile mutlu olmayı başaramazsanız, her şeye sahip olsanız da başaramazsınız.”
Devlet başkanı iken canını en çok sıkan, “Yurt dışı gezi yolluklarını imzalamaktan bıktım artık. Korkunç bir masraf. Bakanların tüm genel müdürlerine yurt dışı gezileriyle devleti çökertme faaliyetine bir son vermelerini söyledim” diyor.
Acaba, bizim güzel ülkemizin bakanlarının, genel müdürlerinin, milletvekillerinin yurt dışı harcamaları yıllık ne kadardır?
Bazıları onun başkan olduğunda değişeceği, sosyalist düşüncelerinden uzaklaşacağı yönünde yorumlar da yaparlar.
Ne var ki, Muji bu şekilde düşünenleri yanıltır. “Başkansınız ve kendinizi bir üst kategoride görüyorsunuz. Kont, markiz, kral gibi. Bana göre korkunç bir şey bu.”
Bırakın değişmesini, mahallesindeki kahveye gitmeye devam eder. Eski arkadaşları hep oradadır. Arkadaşları ona hiçbir zaman başkan demezler, başkan olduktan sonra dahi “Pepe” diye seslenirler.
Köpeği Manuella, bir ayağını kaybedince, onun üzerine daha da titrer. Hatta Pepe, köpeğinin ne kadar kıymetli olduğunu anlatmak için, “Hafife almayın, yemeğini devlet başkanı yapıyor” demeyi ihmal etmez.
“Hayat geçip gider, onu satın alamazsınız.”
Saraysız başkan Mujica, yaşadıklarından büyük bir ders çıkarmayı başarmış. “Gereksiz ihtiyaçlardan oluşan koca bir dağ yarattık. Bir şeyler satın alıp sonra çöpe atıyoruz. Aslında boşa harcadığımız şey hayatlarımız. Bir şey satın aldığımda veya siz aldığınızda ödemeyi parayla yapmıyoruz. Ödemeyi yaşamımızdan, para kazanmak için harcadığımız zamanla yapıyoruz. Aradaki fark ise şu; hayatı satın alamazsınız. Hayat geçip gider… Ve hayatınızı boşa harcayıp özgürlüğünüzü kaybetmek korkunç bir şeydir.”
Olay Medya İcra Kurulu Başkanı Mehmet Ali İnan’ın yazısının tamamı için tıklayın…