Mehmet Ali İNAN
Mehmet Ali İNAN
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

PEPE Saraysız Başkan*

Köşe Yazısını Dinle

Sarayı bol, saray heveslisi insanının daha da bol olduğu bir ülkemiz var.

Dünyanın birçok ülkesi de bizden farksız. Kim bilir belki de mutlu insanların yaşadığı bir ülke yaratmaktan uzak kalmamızın nedenlerinden biri olmalı bu saray arzusu…

Dünyanın dört bir yanında ülkeler birbirleriyle amansız bir savaş içindeler.

Bitecek gibi de gözükmüyor.

Hiç bilmedikleri, tanımadıkları halde birbirlerini öldürüyor insanlar.

Gencecik insanların bunca ölümü “ne için, niye” diye sormadan.

Böyle bir kötülük yaşıyor dünya. Gencecik insanlar birbirlerini acımasızca öldürüyor ya da sakat bırakıyorlar.

Ölmeyip de sağ kalanların birçoğu gelecekte bu yaptıklarından büyük pişmanlık duyacakları bir dram yaşayacaklar.

Bunca kötülüğün içinden, insanların daha güzel bir dünyada yaşaması için mücadele vermiş, güzel bir insanın hikâyesini anlatmaya çalışacağım bu yazıda.

Gecikmiş bir yazı.

Bir aydır notlarımı ve kitabını yanımda taşıyorum Jose Mujica’nın.

Güney Amerika’nın en küçük iki ülkesinden biri olan Uruguay’ın eski devlet başkanı Mujica’nın, namıyla anarsak Pepe’nin yaptıklarını ve yaşamını devlet başkanı olduktan sonra takip etmeye çalıştım.

Bu küçük Güney Amerika ülkesinin sahip olduğu toprak, 176 bin kilometrekare. Nüfusu ise Bursa’dan biraz fazla, 3 milyon 500 bin…
Ülke küçük ama onun beş yıl devlet başkanlığını yapan Pepe’nin kendi ülkesinde de, dünyanın başka ülke insanları üzerinde de bıraktığı iz kocaman…

Tam adı Jose Alberto Mujica Cordano, 20 Mayıs 1935’te Uruguay’ın başkenti Montevideo’da doğdu.

1968’de Küba Devriminden ilham alan Marksist Tupamaros Ulusal Kurtuluş Hareketi gerilla grubunun lideri olarak başladı mücadeleleri.

1970’te Mujica, Montevideo’daki bir barda kendisini yakalamak için gelen polislere direnirken iki polisi yaralamasının ardından altı kez vuruldu. Hastanede Tupamaros taraftarı bir cerraha denk gelmesi onun hayatını kurtardı; yoksa ölecekti.

1973’te Uruguay ordusu darbe yaptığında, dokuz kişiyle birlikte darbecilerin elindedir. Gerillaların saldırıları devam ederse onu öldüreceklerdir.

Böyle başlayan cezaevi günleri, 14 yılı aşkın bir süreye denk gelmektedir. Bu süre boyunca ağır koşullarda ve tecritte tutulur. Ağır işkencelerden geçer. Karıncalarla, farelerle konuştuğunu söyler.

En mutlu günü, hapislikten kurtulduğu gündür. Başkanlık bunun yanında önemsiz kalır onun için.

Onun anlattıklarından beni en çok etkileyen anısını yazmazsam olmaz. 1969’un baharı, bir evin çatı katına girerler Jose ve arkadaşları. Evde iki kız kardeş vardır. Mannise ve Beatriz. Mannise, felçli olduğu için tekerlekli sandalyededir. Eve girdiklerinde Pepe, arkanı dön, çeneni kapa ve ellerini başının üstünde tut! diye komut verir.

Kız kardeşi tekerlekli sandalyesini iterek başka bir odaya götürür. Kardeşler girerken onlara “İyi olacaksın, bu seninle ilgili değil” der.
Mannise’ye sevgi dolu dokunuş gibi gelir Pepe’nin sözleri.

Kızların babası, Uruguay’ın aşırı sağla bağlantılı, çok sayıda tabancaya sahip, kötü bir şöhreti olan yargıçtı. Mujika ve arkadaşları evdeki belgeleri ve silahları alıp gittikten sonra, Mannise, en çok okul ödevlerini yazdığı daktilosunun da gitmesine çok üzüldüğünü söylemiştir.
Mujika, bu haberi görünce, ertesi gün kızların evine telefon eder, telefonda “Biziz, dün evinize gelenler, daktilonu almak istiyorsan, yandaki binanın girişine bırakıyoruz” der. Daktilo tam da söylediği yerdedir.

Gerillalıktan başkanlığa giden adamın yolu böyle…

2010 – 2015 yılları arasındaki bir dönemlik başkanlık görevi, ülkesinde yarattığı sevgi ve ilgi diğer dünya ülkelerinin insanlarınca da büyük takdirle karşılandı.

Başkan seçildiğinde, konut olarak başkanlık sarayında oturmadı. Oranın okul olmasını önerdi. Kendi kulübesinde eşi ve bir ayağı aksak köpeğiyle yaşamayı sürdürdü.

1987 model Volkswagen arabası, onun bir parçası gibiydi. Rivayete göre bir Arap zengini, arabasını satın almak için büyük miktarda para önermesine rağmen, onu satmayı reddetti.

Maaşının yüzde 90’ını yoksullara verilmek üzere bağışlıyordu. Uruguay’ı sosyalleştirdi; kürtajı yasallaştırmanın yanında esrar pazarını devlet kontrolüne aldı.

Az ile yetinmeyi ve sadeliği hapislik yıllarında öğrendiğini şöyle anlatıyor: “O yıllarda, zindanlarda, bir kimsesiz, bir yetim gibi yaşarken, ne kadar az şey ile mutlu olunabileceğini öğrendik. Eğer az ile mutlu olmayı başaramazsanız, her şeye sahip olsanız da başaramazsınız.”

Devlet başkanı iken canını en çok sıkan, “Yurt dışı gezi yolluklarını imzalamaktan bıktım artık. Korkunç bir masraf. Bakanların tüm genel müdürlerine yurt dışı gezileriyle devleti çökertme faaliyetine bir son vermelerini söyledim” diyor.

Acaba, bizim güzel ülkemizin bakanlarının, genel müdürlerinin, milletvekillerinin yurt dışı harcamaları yıllık ne kadardır?

Bazıları onun başkan olduğunda değişeceği, sosyalist düşüncelerinden uzaklaşacağı yönünde yorumlar da yaparlar.

Ne var ki, Muji bu şekilde düşünenleri yanıltır. “Başkansınız ve kendinizi bir üst kategoride görüyorsunuz. Kont, markiz, kral gibi. Bana göre korkunç bir şey bu.”

Bırakın değişmesini, mahallesindeki kahveye gitmeye devam eder. Eski arkadaşları hep oradadır. Arkadaşları ona hiçbir zaman başkan demezler, başkan olduktan sonra dahi “Pepe” diye seslenirler.

Köpeği Manuella, bir ayağını kaybedince, onun üzerine daha da titrer. Hatta Pepe, köpeğinin ne kadar kıymetli olduğunu anlatmak için, “Hafife almayın, yemeğini devlet başkanı yapıyor” demeyi ihmal etmez.

“Hayat geçip gider, onu satın alamazsınız.”

Saraysız başkan Mujica, yaşadıklarından büyük bir ders çıkarmayı başarmış. “Gereksiz ihtiyaçlardan oluşan koca bir dağ yarattık. Bir şeyler satın alıp sonra çöpe atıyoruz. Aslında boşa harcadığımız şey hayatlarımız. Bir şey satın aldığımda veya siz aldığınızda ödemeyi parayla yapmıyoruz. Ödemeyi yaşamımızdan, para kazanmak için harcadığımız zamanla yapıyoruz. Aradaki fark ise şu; hayatı satın alamazsınız. Hayat geçip gider… Ve hayatınızı boşa harcayıp özgürlüğünüzü kaybetmek korkunç bir şeydir.”

Yıllar önce okuduğum ve beni çok etkileyen James Wallman’ın İstif Çağı kitabını hatırladım. Anlatılan hikâye müthişti. Kahramanımız günlük yaşamından, alışkanlıklarından sıkılıp, tüm bunlardan kurtulmak ister. İlk iş olarak evini taşımaya karar verir… Yanılmıyorsam, birbiriyle bağlantılı eşyalarını aynı koliye koymak kaydıyla 110 koli olur tüm eşyaları…

Yeni evinde yaşamaya başladığı ilk gün sadece yatağını açar. Sabah sabun, diş fırçası ve tıraş takımlarını…

Bir yıl içerisinde kullanmaya gereksinim duyduğu eşyalar için 12 koliyi açmıştır. Geri kalan 98 kolideki eşyalara hiç ihtiyaç duymaz…

Nasıl bir yük değil mi?

Hepimizin hayatında kim bilir ne fazlalıklar var!..

“Ben fakir değilim. Tutumluyum. Çünkü, sahip olduğum özgürlüğün keyfini sürmek için zamana ihtiyacım var. Yoksulluğu değil, ölçülü olmayı ve ağır olmayan bavullarla yürümeyi seviyorum.”

“Mıknatıs gibiyim; dünyanın dört bir yanından gazeteciler ziyaretime geliyor. Benim özel bir çabam da olmuyor. Nasıl görünüyorsam öyleyim, öyle konuşuyorum. Ve nasıl arzuluyorsam, öyle yaşıyorum. Asıl şaşırtıcı olan, günümüzde bunun insanlara tuhaf gelmesi. Pek çok insan ‘Bu boktan ihtiyara dünyadaki bunca ilgi de nereden çıktı?’ diye düşünüyor. Ama benim özel bir çabam olmadı. Sadece, nerede olursa olsun, istediğim gibi yaşamaya uğraştım. Ne fakir, ne de başka bir şeyim. Asıl fakir olanlar paralarının arkasında, ona mahkûm yaşayanlardır.”

Bunları anlamak ve dünyanın ilgisini hak etmek için 14 yıl hapis mi yatsak her birimiz…

Hayatta kazanmak, yaşamı hak etmek için yapılması gerekeni kendi hayatından, yaşadığı zorluklardan ve mücadele gücünden aldığını kastederek, gençlere önerisi şöyle: “Daha kavgaya girişmeden yere serileceklerini düşünenler beni hasta ediyor. Elbette sadece kazanmak için savaşmıyorsun çocuğum. Ama kazanacağına inanmalısın. Böylelikle ancak hayatına bir anlam katabilir, böylece yol alabilirsin. Yenilebilirsin. Hayat gibi çetrefilli bir düşmanı kim mağlup etmiş ki? Ama hayat macerana bir anlam kazandırmalısın. Maddi gereksinmelerinin çok ötesinde, hayatı tutku ile yaşamalısın. Hayatı hevesle yaşamalısın. Hayatla böyle bir anlaşma yapmalısın. Bunlar, her aklına geleni yap anlamına gelmiyor.”

Yaşamı boyunca sosyalizmi savundu. Düşünceleri hiç değişmedi. Düşündüğü gibi de yaşadı. Daha anlaşılır kılmak için, “Sosyalizm, çok farklı anlamlar büründürülen ve karmaşıklaştırılan bir sözcük haline geldi. En yalın haline indirgemek gerekirse, insanların özgürlüğü ve eşit haklara sahip olması için mücadele ediyoruz” diye anlatır.

Yemek borusu kanseri olan José Mujica, tedavi istemedi. Son günlerini evinde huzur içinde yaşamayı seçti.

13 Mayıs 2025 günü bu dünyadan ayrıldı.

Ölümü üzerine ülke genelinde üç gün yas ilan edildi.

Daktilosunu çalıp, ertesi gün iade ettiği, tekerlekli sandalyeli Mannise, başkanlık seçimlerinde oyunu Pepe’ye verdi. Cenazesinde de vardı…

Uruguay’ın sözcük anlamı “Boyalı Kuşlar Irmağı”ymış.

Boyalı Kuşlar ülkesinden, bu dünyadan bir Pepe geçti.

*Kaynak: Saraysız Başkan Jose Mujica – Tekin Yayınevi

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X