Yağmur çamur demeden, son durumunu görmek ve yanlış bir karar alınmasını önleyebilmek için İztuzu’na gittim. Doğru bilgilere sahip olmadıkça, bir sorunu doğru çözebilmek mümkün değildir.
İztuzu konusunda her kafadan bir ses çıkıyor. Oysa konunun akılla ama sükûnetle çözümünde yarar var. Çözüm için önce problemi enine boyuna araştırmak gerek. Böyle bir araştırmaya giriştiğinizde, sorunun öyle basit olmadığını ve geniş boyutlar taşıdığını fark edersiniz.
Önce şunu söylemeliyim, Dalyan sadece turizmle geçinen bir kentimiz. Boğazla İztuzu arasındaki muhteşem kumsalın uzunluğu 4,5 kilometre. Burada hem kaplumbağalar ürüyor, hem de turizmden iyi gelir sağlanıyor. Kumsal korumaya alındığı 25 yıldan bu yana, iyi de muhafaza edildi. Eksikler olabilir, belki daha iyi yönetilebilirdi ama, alınan mesafe fena sayılmaz.
Özel çevrenin yaptırdığı ahşap tuvalet-duş ve kafeler hâlâ duruyor, küçük onarımlarla kumsalın iki başındaki bu düzenli prefabrikler, hâlâ ihtiyacı rahatlıkla karşılayacak düzeyde. Yeni bir şey yapmaya gerek yok. Sadece mevcutları elden geçirmek kâfi gelir. Belediye fena çalışmamış, en azından işi yere düşürmemiş ve işletme için gerekli personeli iyi-kötü yetiştirmiş. Yeni düzenlemede bu tecrübeden de yararlanmak ve belki de üniversite- belediye işbirliğine yanaşmak faydalı olabilir.
Bir bardak suda kopan fırtınanın sebebi, kumsala kaplumbağa hastanesi yapma girişimlerinden kaynaklanıyor. İztuzu’nda kumsaldan görünmeyen ve arkada ağaçların arkasına gizlenmiş, bir çadır hastane zaten var. Denizli Üniversitesi’ne bağlı (DEKAMER) adını taşıyan bu merkez, bana göre çok zor şartlarda bilimsel çalışmalar yapıyor ve çok sayıda yaralı kaplumbağayı iyileştirerek, onlara hayat veriyor. Buraya sadece Denizli’den değil, diğer üniversitelerden de biyolog adayı öğrenciler geliyor ve hastanede birer ay dönüşümlü görev yapıyorlar.
Bu işin başında Prof. Yakup Kaska var. Kendisini tanımam ama imkansızlıklar içinde önemli ve büyük işler başarmış. Şimdi Muğla Üniversitesi de devreye giriyor. İnşallah uyum içinde çalışırlar ve işi daha iyi şekilde ileriye taşırlar. Çadır hastanenin dış görünümü iyi değil, etrafı düzenli görünmüyor, fakat içi fena sayılmaz. Havuzlarda her boy hasta kaplumbağaları görüyor ve onların gerçekten çok büyük fedakârlıklarla iyileştirildiğini fark ediyorsunuz. Zaman zaman su sıkıntısı,elektrik kesintisi, voltaj düşüklüğü filan, merkez sorumlularını hayli zorluyor. Hastanede gönüllülerin de bir şey beklemeden çalıştıklarını görmek, beni insanlık adına çok mutlu etti.
Sizlere bu bilgileri verdikten sonra, çadır hastanenin yerine aynı ölçüde düzenli bir ağaç prefabrik kondurulmasının haksız bir istek olmadığını söylemeliyim. Dikkat edin, aynı ölçüde diyorum ve kesinlikle ağaç olmasını öneriyorum. Bunu yapmak zorundayız, aksi halde kış şartlarında orayı ayakta tutmak giderek güçleşir. Eğer prefabrik yapmayı da düşünmeyeceksek, hastaneyi Dalyan merkezine götürmeyi ve en kısa zamanda yine prefabrik inşaatını tamamlamayı hedeflemeliyiz. Ancak şunun bilinmesinde yarar var. Mevcut hastane kumsaldan uzakta,en fazla 400 metrekare yer işgal ediyor ve çevre açısından da en küçük bir zararı yok. Yani çevreye, çevre anlayışına zararsız, ama kaplumbağalara ve bilime çok faydalı bir yer.
Şimdi geliyorum, meselenin ekonomik boyutlarına. Çevre Bakanı, iyiniyet ve samimiyetle İztuzu ihalesini iptal etti, kumsaldaki şemsiye ve şezlongların dahi kaldırılmasını istedi, milletin sadece mayosunu alıp denize girebileceğini ilan etti. Çevrecileri sevindiren bu ekspres kararın, bölgedeki koşulların da dikkate alınarak, bir daha gözden geçirilmesi gerekiyor.
Şöyle ki, kumsalın iki başındaki ağaç prefabrikler devreden çıkarılırsa, yanlış bir iş yapılmış olur. Şemsiye ve şezlonglar da kalkmamalı. O sıcakta kızgın kumlara ve kızgın güneşe kim dayanabilir? Ayrıca yiyecek-içecek ihtiyacının karşılandığı prefabrik kafe ve büfelerle, duş ve tuvaletleri de aynı yerlerinde bırakmak gerekiyor. Aksi halde plajlara gelen günde ortalama 8-10 bin kişinin bırakacağı çöp ve yaratacağı kirliliği temizlemek zorlaşır ve asıl çevre faciası o zaman meydana gelir.
Dalyan’da 600’ün üzerinde, kanallardan geçip plajlara 1,5 milyon civarında yerli ve yabancı turisti taşıyan tekne var. Bunlar kooperatife bağlı. Her gün en az 25’er kişilik 200 tekne sefere çıkıyor. 120 günlük sezonda bu teknelerin kazancı yılda 5-6 milyon lirayı buluyor. Bu para kooperatif üyeleri arasında paylaştırılıyor. Gelen turistler, teknelere adam başı 10, plajlara girmek için de 4 lira veriyorlar. Kumsalda yeme-içmeye sarf ettikleri paraları da hesaba katarsanız, sadece kumsalı işletecek olanlara da 3-4 milyon lira kalıyor. Buna bir de Dalyan’ın içinde ve kanalların çıkış noktalarındaki restoranların yerli ve yabancı turistlerden sağladıkları yıllık yaklaşık 4-5 milyonluk geliri de eklerseniz, ortaya üç-aşağı beş yukarı 13-14 milyonluk bir ciro çıkar. Az para değil bu, İztuzu ile ilgili alınacak yanlış ve eksik bir karar, ölçülerini vermeye çalıştığım ekonomik tabloyu bozarsa, işte asıl kıyamet o zaman kopar.
Bir kere daha özetleyeyim. İztuzu’nun iyi bir disiplini vardı. Halka ücretsiz verilen şezlong ve şemsiyeler her gece toplanıyor ve kaplumbağalara en küçük bir zarar vermiyordu. Kumsal akşam 19.00’dan sonra tamamıyla kapatılıyor ve bekçilerden başka kimse içerde kalamıyordu. Prefabrik hastanenin kimseye zararı olmaz. Bu şekilde de kalabilir, şehre de taşınabilir. Kaplumbağaların annesi Kaptan June Himoff’a da, konuya yaptığı büyük katkı ve hizmetler için ödül verilmeli, oturduğu tahta kulubeye dokunulmamalıdır. İztuzu gözlem ve önerilerim bunlardır. İnşallah dikkate alınır ve Bakan’la Üniversitenin samimiyeti çerçevesinde hem sorun tatlıya bağlanır, hem de kaplumbağalarla kumsal ve denizden yararlanmak isteyen yerli-yabancı turistlerin ihtiyaçları akıllıca karşılanır.