İlhan Ateş
İlhan Ateş
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Göreli durumlar

Köşe Yazısını Dinle
Doksanlı yıllarda parti başkanlığı ve başbakan yardımcılığı yapan fizik profesörü Erdal İnönü’nün şoförü onun hakkında bir gün şöyle der: “Bir yere giderken hemen defterini çıkarır, fizik problemi çözmeye başlar. Hazır problem yoksa kendisi bir problem yaratır, kendisine eziyet edercesine onu çözmeye çalışır. Niye kendisine o kadar eziyet eder anlamam. Kendine kolay bir soru sorsa da  o kadar yorulmasa olmaz mı?” Şoföre göre eziyet olan şey Erdal İnönü’ye göre eziyet değil zevkti, en sevdiği şeylerden biriydi…”
Kardeşim Mustafa’nın oğlu Alper yirmi ile otuz yaşları arasında her yıl üstüne koya koya kilosunu yüz kırka kadar çıkarmıştı. Günde attığı adım sayısı da üç- dört bini geçmez, çok kola içer, cips türü abur cubur şeyler yerdi. Otuzlu yaşlara girince ona bir azim, bir irade geldi. Önce bir fitness salonuna gitti, bir süre oraya devam etti. Sonra yürüyüşlere başladı ardından beslenme alışkanlıklarını değiştirdi. Toplam beş yıl içinde kilo vere vere yetmiş yedi kiloya kadar indi. Uzun boylu yeğenim şimdi bir futbolcu gibi zayıf. Bir gün ona sordum:
“Alper, yüz kırk kilo olduğun zamanlarda gün gelecek yetmiş yedi kiloya düşeceğin, günde yirmi-yirmi beş bin adım atacağın, abur cuburu bırakıp sağlıklı besleneceğin hiç aklına gelir miydi?”
“O günlerde gelmezdi. Eğilmek, ayakkabımı bağlamak bile bir meseleydi. Altmış beş kiloluk bir yük taşıyordum her gün, ondan kurtulmak beni çok rahatlattı, bir daha o günlere dönmem. Babama da kilo verdirmeye başladım,” dedi. “Başkalarını değiştirmek isteyen önce kendisini değiştirmeli” sözünü Alper önce kendisinde sonra da babasında hayata geçirdi…
Elias Canetti’nin “Gözlerin Oyunu” adlı kitabına önce eşim başladı, yarısına kadar okudu sonra “Ne kadar çok bilmediğim yazarlardan bahsediyor, kim kimdir bilemedim! Çok sıkıcı!” dedi, kitabı bıraktı. Sonra ben okumaya başladım onu. Eşimin “bilmediğim kişiler” dediği yazarların hepsini biliyordum, önemli kitaplarını okumuştum. Bunlar Thomas Mann, Robert Musil, Franz Kafka, Hermann Broch ve Elias Canetti idi. Hepsi Almanca yazan yazarlardı. Aynı dönemde yaşamış o yazarların özellikleri, özel hayatta biraraya geldiklerinde sergiledikleri tavırlar, aralarındaki rekabet, kıskançlık gibi şeyleri okumak son derece ilginç ve zevkliydi. Eşime sıkıcı gelen kitap onları daha önce okuyup tanıdığım için bana hiç sıkıcı gelmemiş aksine kitabı çok beğenmiştim…
Hayat insanları her gün test eder, önüne küçüklü büyüklü ödevler, sorular koyar, kararlar verilmesini ister. İki insan düşünelim. Biri bunları görmezden gelmeye, görse de aldırmamaya ya da ötelemeye bırakırken diğeri o soruları, ödevleri görür, gereğini yapar, yapamıyorsa yapmanın yollarını araştırır. Bu aylar, yıllar içinde iki insan arasında bir fark yaratır. Soruları, ödevleri yapan ilerlerken yapmayan, sürekli öteleyen geride kalır. Bunu bir örnekle somutlaştıralım: Örneğin hapishaneye düşen ve beş yıl hüküm giyen iki insana bakalım. Biri karalar bağlar, şartların ağırlığından bahseder, sızlanır ve beş yıl sonunda çökmüş bir şekilde çıkar. Diğeri ise tam tersi bir yaklaşım sergiler, bunu bir fırsat olarak görür, dışarıda bulamadığı zamanın orada eline geçtiğini düşünür ve yapmaya zaman bulamadığı örneğin kitap okuma, bir el becerisi veya dil öğrenme gibi şeyleri yapar. Süre dolup dışarı çıktığında o daha donanımlı biri haline gelmiş, hapishane günlerinden yararlanmayı bilmiştir. Olaya bakış tarzına göre ortaya iki farklı sonuç çıkmış olur…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X