İlhan Ateş
İlhan Ateş
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

İlginç karşılaşmalar

Köşe Yazısını Dinle
Enis Batur bir kitabında mealen “Beni en şaşırtan şey ne olabilir diye düşündüğümde aklıma şöyle bir sahne geliyor. Asya’nın bir ülkesinde, örneğin Tayland’da geziye çıkmışım, trenle bir yerden bir yere gidiyorum. Kompartımanda dört kişiyiz, karşımdaki iki kişi anlamadığım bir dilde sohbet ediyorlar. Yanımdaki kadınsa kitabına dalmış, hiç başını kaldırmadan okuyor. Ne okuyor acaba diye merak ediyorum, yan gözle ara ara sayfalara bakıyor, kitabın İngilizce olduğunu görüyorum. Yarım saat sonra kadın okumaya ara veriyor, kitabı kucağına bırakıyor. Hangi yazarın kitabı diye gözüm başlığa kayıyor. Benim İngilizce’ye çevrilmiş bir kitabım bu, altta daha küçük harflerle adımı görüyorum. Ne kadar şaşırıyorsam o kadar da mutluluk duyuyorum, içim içime sığmıyor. İşte bu benim için en şaşırtıcı şey olurdu!” diyor.
Haziran ayında “Öğretmen Farkı” diye bir yazı yazmıştım gazetede, onu Facebook’ta da paylaşmıştım. Yazı 1962 ve 1963 yıllarında Muş Ortaokulu’nda İngilizce dersimize giren Recep Öztürk’ün bana İngilizceyi sevdirmesiyle ilgiliydi. Orta birde İngilizce’ye giren bir başka öğretmenden ancak Öğretmenler Kurul kararıyla notum 4’ten 5’e yükseltilerek geçmişken Recep Öztürk’ün gelmesiyle her şey değişmiş, İngilizce’yi sevmeye ve ondan sonra hep yüksek notlar almaya başladığımı yazmıştım. Bu nedenle Recep Öztürk’ü hayat boyu hiç unutmadım, onu hep bir şükranı duygusuyla hatırladım. O yıllarda ben on üç-on dört yaşlarındaydım, Recep Öztürk ise yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında olmalıydı…
Bu yazımı okuyan üniversite sınıf arkadaşım Aysel Köksal yaptığı yorumun bir yerinde “Recep Öztürk orta boylu hatta kısaya yakın, gür saçlı biri miydi?” diye bir soru sordu. “Evet, öyleydi. Ne o, yoksa tanıyor musun, tanıdın mı onu?” dedim. “Evet, onunla dokuz yıl Samsun’da bir özel okulda birlikte çalıştık” dedi. Bu beni hem heyecanlandırdı hem de şaşırttı. Demek Muş’tan Samsun’a tayin olmuştu Recep Öztürk. “Doğrudan Samsun’a mı geldi?” diye sordum, Aysel “Yok, önce Bafra’da çalıştı” dedi sonra “Şu anda doksan dört yaşında ve gayet dinç. Saygın ve zengin biri” diye devam etti, ki bu ayrıntılar da şaşkınlığıma yeni bir boyut ekledi. “Sağlık ve zenginliği konusunda anlatsana biraz daha!” dedim. Sağlık neyse de öğretmenler genelde zengin değillerdir. “Çok disiplinliydi, sağlığına, yemesine içmesine çok dikkat ederdi. Okuldaki dolabında her gün bir muz bulundururdu. Canan Karatay’ın sağlıkla ilgili tavsiyelerine pek uyardı. Karatay’ın ‘Kahvaltıda yetmiş tane zeytin yemek çok iyidir’ sözünü her kahvaltıda yetmiş zeytin yiyerek bir alışkanlık haline getirdiğini söylemişti” dedi. “Peki, zenginliği için ne söyleyeceksin?” diye sordum. Arkadaşım “Miras yoluyla kalan büyük bir arsayı müteahhite verdi, on beş daire, birkaç dükkan ve iki villa aldı” dedi. “Arar sorar, halen telefon eder bana, bayramda yine yazlığından aradı” diye ekledi. Ben Recep Öztürk’le o yirmili yaşların sonlarındayken karşılaşmıştım, arkadaşım Aysel Köksal ise onunla emeklilik yaşlarında karşılaşmış, birlikte çalışmışlar…
Müjdat Gezen yanlış hatırlamıyorsam “Galiba Ben Sanatçıyım” adlı kitabında mealen şöyle bir anlatımda bulunmuştu: “İkinci eşimle Güneydoğu Asya’da bir adada balayındaydık. Bir ara onunla öpüşürken yanımızda biri peydahlandı. Esmer bir genç, bana ‘Siz Türksünüz?..İstanbul’da yaşıyorsunuz?.. Kadıköy’de oturuyorsunuz?.. Eviniz şu caddede?..’ gibi peş peşe ‘değil mi?’ ile biten sorular sordu, ben de hepsine ‘evet’ diye yanıt verdim. Esmer delikanlı ‘Ben de o caddede oturuyorum, sizi uzaktan görürdüm ama sizinle karşılaşmak, konuşmak buraya kısmetmiş!’ dedi” diye anlatır. Dünya küçük, bu tür karşılaşmalar oluyor işte…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X