Tarih Temmuz 1996, yer İstanbul Selimiye’de küçük bir berber dükkanı. Berber kırkların ortasında veya sonunda ama saçları pamuk gibi ağarmış. Boyu 1.55, kilosuysa 60 civarında, küçük bir adam. Konuşmayı, anlatmayı seviyor. Çırağı da genç bir delikanlı. Sakal traşı olmak için oturduğum koltukta berberin usturayı eline almadan önce bol köpüklü fırçasını iki kez çenemde ve yanaklarımda dolaştırmasını karşımdaki aynada izlerken bitişikteki apartman kapısından uzun boylu, kalıplı eski kaleci çıktı. Berber onu göstererek:
“Şu kaleci yaramaz bir adam ya!” dedi.
“Hayrola, bir şey mi oldu?” diye sordum.
“Ya hemşerim, geçen ay oğlu top oynarken benim camı kırdı. Kaleciye ‘Cam parasını öde, oğlun kırdı onu’ dedim.”
“Ödedi mi?”
“Ne gezer! ‘Yanlışın var senin, benim oğlum işte şu kulübün, unuttum dediği kulübü, onun alt yapısında oynayan bir futbolcu, o saha dışında futbol oynamaz!’ dedi. Benim çırağı şahit gösterdim, yine tınmadı, sonra bana küfür etti.”
“Sen ne yaptın?”
“Sesimi çıkarmadım, terbiyemi bozmadım. Ben atamdan, dedemden terbiye görmüş adamım, onun seviyesine iner miyim hiç? Ertesi gün gene kibarca söyledim, yine bana küfür etti.”
“Onun böyle küfürler etmesi bana çok tuhaf geldi. Halbuki ben onu efendi bir insan olarak bilirdim” dedim.
“Yok be, ne efendisi, efendi olsa öyle yapar mı? Daha sonra birkaç defa gene söyledim, gene küfür etti bana. Bir kahvenin kırk yıllık hatırı varmış, sen yedin içtin burada, ayıp değil mi böyle yapıyorsun?”
“Sonra ne oldu?”
“Sabır taşı bile sonunda çatlar değil mi? Benim de sabrım sonunda taştı. Bir sabah onu marketten çıkarken yakaladım kolundan, yıktım yere!” dedi sesini yükselterek.
Berberin söylediklerini zihnimde canlandırmaya çalıştım, ortaya komik bir manzara çıktı: Ufak tefek biri kendinden otuz beş santim daha uzun ve kilolu birini kolundan tutuyor ve yere yıkıyor. Bu ancak bir haltercinin yapabileceği bir şey. Kaldı ki eski kaleci kof biri değil, yıllarca spor yapmış.
“Eee, sonra ne oldu?” diye sordum.
“Elimden zor aldılar, ben adamı öyle harcarım işte! Lazlar geldi, ‘Abi, sen neymişsin ya!’ dediler. Kahveye gider kaleci, kimse yüz vermez ona. Ben giderim ‘Abi, hoş geldin, ne içersin?’ diye çevremde dolanırlar.”
İçimden “Acaba söylediklerine inanıyor mu?” diye bir soru geçti ve o dürtüyle berbere baktım. İlginçtir yüzünde söylediklerine inanan bir ifade vardı. Kendisine bakışımı bir hayranlık belirtisi gibi görmüş olmalı ki:
“Kaleci daha önce dükkânda bana iki üç defa dalaşmıştı. Sonunda bir gün çektim bir el ense, serdim bunu yere. Müşteriler şahittir, sorabilirsin. Ben pehlivan adamım, uyulur mu bana? Bana uymaya gelir mi?” diye devam etti büyük bir ciddiyetle.
“Ne oldu cam parasını ödedi mi sonra?”
“İstemedim artık, o kadar kişiye rezil olmasını yeterli gördüm. Burada bu tip adamlardan çok var.”
“Nasıl yani?”
“Hemen şu bitişik apartmanda bir yüksek mühendis oturuyor. Geçenlerde indi arabasından ‘Kim bu fındık fıstık kabuklarını buraya attı lan?’ diye bana çıkıştı. Ben ‘Önce düzgün konuşmayı öğren, nedir bu lan kelimesi, sana yakışıyor mu, sen ki bir yüksek mühendissin!’ dedim diklenerek. O sırada karısı çıktı pencereye ‘Abi, sen uyma o serseriye!’ dedi. Kadın da doktor ha! Anam bacım olsun çok muhterem bir kadın ama ne var ki kocası psikopatın teki. Adam geçenlerde benim çırağa ‘Senin ustan da çok sert!’ demiş. Benim çırak da ne dese beğenirsin?”
“Ne demiş?”
“Ustam senin baban deden yaşında biri, ona öyle laf denir mi?’ demiş. Çok güldüm. Çırağa ‘Oğlum beni ettin yetmiş seksen yaşında adam, bu ne iş?’ dedim, o da güldü kendi söylediğine.”
“Senin de karşına hep ters adamlar çıkıyor” dedim gülerek.
Bir elli beşlik berber usturasını biledikten sonra düşünceli bir şekilde bana baktı, sonra:
“Haklısın hemşerim. Burada kaleciden daha iri, altmışa yakın yaşlarda bir ev sahibi var. Benim dükkân açmam için apartman sakinleri imza verdiler, bir o vermedi. ‘Versene, bak herkes verdi!’ diyorum, bana küfür ediyor. Sonunda dayanamadım, çaktım suratına yumruğu, serdim bunu yere! Şimdi beni gördükçe ‘Abi, abi!’ deyip duruyor. Aslanım, dayağı yemeden verseydin ya o imzayı!”
Bazılarının ağzından çıkan sözler kimi zaman gerçeği değil kendilerinin olmasını istediği gerçek dışı bir şeyi seslendirir. İşte berber de kim bilir kaç kez anlatmıştır bunu ve anlata anlata bunun gerçek olduğuna kendini inandırmak istemiştir. İnandırmış mıdır bilemem. Bu bilinç altındaki şeyler, psikolojinin, psikanalizin konusu…

Flipboard