Ülke sallanıyor.
Birçok konuda bu sallantı var.
Ancak bizi en fazla korkutan, en çok sallayan depremden söz etmek istiyorum.
Buna sebep olan da 5 Mayıs günlü gazetelerden okuduğum bir haber.
Haber şöyle: Kahramanmaraş’ta 6 Şubat depremlerinde yıkılan ve 42 kişinin hayatını kaybettiği Bad-ı Saba Konutları A Blok davasının beşinci duruşmasında tutuklu sanık müteahhit Şahin Avşaroğlu ilginç bir savunma yaparak tahliyesini istemesi.
Kendi yaptığı binada 42 kişinin can vermesine hiç aldırmadan, vatanını, milletini seven biri olduğunu belirtip işini iyi yaptığını söylüyor. Müteahhidi olduğu yapının aynı zamanda statik proje müteahhidi ve şantiye şefi olan Şahin Avşaroğlu, savunmasında kaçmayı ya da saklanmayı düşünmediğini belirterek,
“Ben üzerime düşeni yapmaya çalıştım. Devletine bağlı, vatanını ve milletini seven birisiyim. Yaklaşık 27 aydır tutukluyum ve tahliyemi talep ediyorum” dedi.
Bizim ülkemizin en temel sorunu bence “vatan sevgisi!”
Güzel yurdumuz şanslı mı şanssız mı bir türlü karar veremiyorum.
Hiçbir ülkenin vatandaşları bizim ülkemizin vatandaşları kadar “vatanseverim” sözcüğünü kullanmıyorlar. Acaba onlar bizim kadar vatanlarını sevmiyorlar mı diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Eğer bu gerçek bir sevgi, sağlam bir bağlılıksa elbet çok iyi bir şey.
Ancak bizim vatan sevgimiz biraz sorunlu, hatta hastalıklı.
Vatanı seviyorlar ancak ağaçlarını kesiyor, ormanını da yakıyorlar.
Suyunu, havasını kirletmekten imtina etmiyoruz.
Denizler çöp kutumuz gibi.
“Deresine, ırmağına can feda” diyoruz ama dereleri, ırmakları nelere feda ettiğimizi, Karadenizli kadınların eyleminde görüyoruz.
Vatanı oluşturan bireyler birbirleriyle kavgalı.
Çocuk istismarı had safhada…
Her gün bir kadın, eşi tarafından öldürülüyor.
Kendi yurttaşına ayıplı mal satmakta hiçbir beis görmüyor kimileri…
Gıda ürünleri hileli…
Bunca şey bozuk olunca elbet, yapılan konutlar da bozuk, eksik oluyor.
İlk sarsıntıda korkudan yüreğimiz ağzımıza getiriyor.
Çünkü güvenemiyoruz binanın sağlamlığına.
Bugünlerde deprem kapımızı daha sık çalmaya başladı.
Ne var ki, depreme karşı duyarlılık gösterme adına herkes bir önlem ve öneri paketi açıklıyor. 1999 Gölcük depreminden beri reçete vermeyen kalmadı.
Biliyoruz ki bunlar hep lafta kalıyor.
Buna rağmen aynı şeyi tekrar etmekten geri durmuyor ilgililer…
Benim de depremle ilgili bir öneride bulunmaya niyetim yok.
Ancak kendisine vatansever demeyen bir başka vatanseverin önerisini aktarmak istiyorum.
1 Mayıs günlü Milliyet gazetesinden Çiğdem Yılmaz’ın, mimarlık ve restorasyon alanında uzman olan Mimar Sinan Genim’le yaptığı söyleşi birçok açıdan önemli geldi bana.
Keşke gazete daha iyi yerden değerlendirseydi bu söyleşiyi.
Mimar Sinan Genim, “Depremi önleyemeyiz, ancak doğru şehir planlaması, dürüst yapı denetimi ve sorumlu bireylerle yıkımı önleyebiliriz. Betonun içine çokça da ahlak katmak zorundayız” diyor bu söyleşide…
Beton dünyanın her yerinde çimentonun kum, çakıl ve uygun oranda su ile karışımı sonucu elde edilen sert, dayanıklı, taş benzeri bir yığın.
Ama her tür yapının olmazsa olmazı.
Gördüğünüz gibi betonun içinde ahlak yok. İroni yapmış Genim…
Uygar ülkeler yalnızca betona değil, tüm bileşenlere ahlak katmış.
Aslında Mimar Sinan Genim’in muradı da tüm bina bileşenlerinin içine ahlak katılması.
Japonya bunu yıllar önce yapmış ve depremde binaları yıkılmıyor, insanlar ölmüyor.
Şili, geçmişten büyük bir ders almış ve daha yakın tarihte betona ahlak katmayı başarmış. Artık insanlarının hayatı tehlikede değil.
Kolay kolay hiçbir Şilili ölmüyor, bizde Maraş-Hatay depremine eşdeğer bir sarsıntı yaşadığı halde.
Başka bir çözümü yok depremle baş etmenin.
Ahlaksızlarca yapılan binaları yıkıp, yerine ahlaklı insanların yapacağı binalara dönüştürmekten başka…