Niyazi Pakyürek
Niyazi Pakyürek

Avrupa’ya dışarıdan bakmak

Abdülaziz’in Avrupa seyahati dönemi Avrupa’nın hızla yükseldiği dönemdir ve Osmanlı coğrafyasında da git gide yükselen bir Avrupa hayranlığı vardı. Hepsi olmasa bile çoğu aydında Avrupa özentisi bir nevi salgın halini almış, “Avrupalılaşmak” heyecanı yaşam tarzından edebiyata kadar yeni bir dalga oluşturuyordu.

İyi ama! Aydınların yaşam tarzı olarak algıladığı “Avrupalılaşmak” neydi? Genel olarak nitelediği kültürlere kendini karşıt olarak gösteren ve onları er-geç dönüştürme tutkusuyla dopdolu olan modern kültür, önce oluştuğu yere nispetle “Avrupalılaşma” olarak adlandırılmıştı. Ancak bu terim lokalliği nedeniyle evrensellik iddialarına ters düştüğünden bir süre sonra “Batılılaşma” olarak değiştirildi. Ama Batılılaşmanın da bir sınırlılığı vardı başlarındaki aydınlar için önemli olmasa da Doğu toplumları için Batıcılık, şöyle veya böyle onur kırıcıydı. Bu noktada yeni bir kavram geliştirildi ve adına modernlik dendi. Modernlik, gelişmişlik, medeniyet olarak piyasaya sürüldü.

Günümüzde modern kavramının karşımıza çıkan güncel anlamlarından birisi, bilim ve teknik ile özdeşleştirilmiş olmasıdır. Salt bugüne bir bakışla bu doğru görünse de tarihsel bakış içinde durum değişiyor. Nurettin Topçu, medeniyetin, insanlığın ortak çabasıyla vücut bulan teknik birikimin hülasası olduğu görüşündedir. Buna göre medeniyet evrensel, kültür ise millidir. Modernleşmek için Batı medeniyetinden belli unsurları almak, milli kültür ile çelişen bir durum değildir. Evvela medeniyet var, medeniyetler var. Birincisi bütün insanlığa ait. İkincisi zaman ve mekanda dağınık.

Esasen bilgi ve tekniği, tarihin farklı toplumları temsil etmişlerdir. Mesela Ortaçağda( Avrupa için karanlık çağ) en modern ve refah içinde olan toplum İslam toplumu olduğu rahatça söylenebilir. Bundan mıdır bilinmez ama Osmanlı aydınları ve Cumhuriyet elitleri, Batılı dünya görüşü ve varlık tasavvuruna ne tam manasıyla nüfuz edebildiler, ne de ona bütünüyle teslim oldular. Bunun ontolojik olarak mümkün olmadığını, öykündükleri Avrupa medeniyetinin böyle bir “aşılamayı” kabul etmeyeceğini biliyorlardı. Batılılaşma hareketini destekleyen bir aydın olarak Niyazi Berkes, bu “ıstıraplı” gerçeği 1975’te şöyle ifade ediyordu: “Bugünkü Türkiye ne bir Müslüman devleti, ne de bir Batı ulusudur; ne Hıristiyanlık camiasına ne sosyalist ya da kapitalist uluslar camiasına mensuptur… Avrupa Türkiye’yi hiçbir zaman kendinden bir parça saymamıştır…”(N.Berkes-Türk Düşününde Batı Sorunu.) Nurettin Topçu da Berkes gibi aynı endişeyi paylaşmaktadır:”…Milli kültürden ayrılarak Garb’ın medeniyet ve kültürüne teslim olma yolunda kullanılan yegâne metod… Garb’ın taklidi olmuştur.(N.Topçu-Yarınki Türkiye)

Cemil Meriç, kültür kelimesine eleştirel yaklaşır ve Osmanlı- Türk tarihinde bir karşılığının olmadığını söyler. Kültürü “katı ve fakir” bulur; onun karşısına medeniyeti değil, “ irfan”ı koyar. İrfan; kültürü de, medeniyeti de, dünya görüşünü de içeren bir anlam zenginliğine sahiptir. Meriç’in irfan tanımı, insan ile varlık arasındaki ilişkinin maddi ve manevi yönlerini ihtiva edecek genişlikte olduğunu göstermektedir. Batı’nın yükselişi hiç şüphe yok ki sömürüye dayalıdır ve medeniyet kavramı “ben” merkezlidir. Meriç, son noktayı koyar: Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın!

Sonuç olarak, Batılı olmayan bütün dünyanın geçen yüzyıldaki sorunu ne idiyse bugün de aynı olup değişmemiştir. Ancak Batı bizim için sorun olma özelliği taşımayan şeyleri sorun olarak sunmakta, çözümlerinin başına da modern nitelemesi getirmektedir.

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X