Hayli uzun bir darbeler tarihine sahip Türkiye, 17 Aralık 2013 tarihi itibarıyla yeni bir darbe türüne tanık oldu.
Başsavcısından habersiz, aylar süren olağanüstü bir gizlilikle bir savcının yürüttüğü bir soruşturma hükümetin en tepesini (Başbakan R.T.Erdoğan)hedef almış ve onu indirmeyi, sindirmeyi kafasına koymuş.
Darbe bu sefer en masum, en sempatik yanıyla kendini ortaya koydu: Yolsuzluk ve rüşvetle mücadele. Seçimlerden 13 ay evvel başlatılan bu soruşturma seçime yakın Ülkenin gündemine oturdu. Hükümetin üç bakanını hedef tahtasına koydu. Gazete manşetleri, siyasi muhalifler bu üç bakanın istifalarını ısrarla gündemde tuttular. O üç bakan istifa ettirilseydi arkasından diğerleri gelecekti. Bu ihaneti en iyi gören Başbakan Erdoğan’dı ve bakanları istifa ettirmedi.
Aslında ilk deneme 7 Şubat 2011 tarihinde Mit müsteşarı Hakan Fidan’ın Oslo görüşmeleri dolayısıyla savcılıkla ifadeye çağrılmasıyla başlar. Fidan ifadeye gitse tutuklanacak ardından Fidan’a emri veren Başbakan da aynı akıbete uğrayacak, satılmış hizmet güruhu istediğini elde edecekti. O zaman başarılı olunsaydı, 17 Aralık yaşanmayacak, 17 Aralık başarılı olunsaydı, 15 Temmuz yaşanmayacaktı. En azından böyle yaşanmayacaktı.
17 Aralık’ta bazı savcıların polisle birlikte başlattıkları operasyonlarla içine girilen dönem, Türkiye’de demokratikleşmenin hesaplanamayan ne kadar büyük risklerle karşı karşıya olduğunu da göstermiştir. Hükümet, 11 yıl boyunca demokratikleşme, ekonomi, ulaşım, sağlık alanlarında ciddi başarılara imza atmıştır. Ancak birkaç savcının bir operasyonda Türkiye’yi büyük bir türbülansın içine sokabildiği bir güvenlik zafiyeti Türkiye’nin acı bir gerçekliği olarak bu süreçte görüldü.
Önemli bir husus da şudur: Birbirleriyle irtibatlı, dışarısıyla bağlantılı ve devlete paralel olarak yapılanmış olan bu teşebbüs, kaç kişiden oluşuyorsa oluşsun, bunların bulunup devletten ayıklanmasıyla da sorunun bütün boyutlarıyla çözülmüş olacağını düşünmemek lazım. Çünkü 17 Aralık süreci bize bir toplumun farklı bileşenlerinin siyaset, iktidar, demokrasi, bir arada yaşamak, hukuk veya hukukun üstünlüğü gibi hususları ne kadar farklı algılıyor olduğunu gösterdi. Aynı tavrı 15 Temmuz darbe girişiminde de tecrübe ettik.
Bütün bunlar bize zehirlenmiş bir sosyolojiyi gösteriyor. Çünkü bu farklı bakışlar insanların bulun duğu pozisyonlara göre dönemsel olarak, adeta nöbetleşe bir biçimde birbirlerine nöbetleşme devredilebiliyor.
Zehirlenmiş sosyolojide ilke yok. İlkenin yerini çirkin bir iktidar oportünizmi alıyor. Asıl üzerinde durulması gereken en önemli hususlardan biri bu bizce.
17-25 Aralık süreci bu ülkeye 100 milyar doların üzerinde bir maliyet getirmiştir. Hâlâ gerçekleri görmemekte ısrar eden farklı bileşenler var. Yerli ve milli olmak, birlik beraberliğin temel taşlarından biri lakin, millilik ve yerliliği de farklı, farklı anlayanlar çok.