Tekvin 9: 27’ye göre Hz. Nuh oğulları Sam ve Yafes’e şöyle dua eder:
“Allah Yafes’e genişlik versin, Sam’ın çadırlarında otursun ve Kenan ona kul olsun.”
Kenan, yani geniş kullanımıyla Afrika milletleri, dünya güçleri tarafından yeterince marjinalleştirildiler. Allah Yafes’in (Asya halklarının) nüfusunu, prestijini ve gücünü gerçekten genişletmiş görünüyor. Ama Yafes’i büyük bir halka dönüştürmek için Semitik medeniyetin çadırlarına, kültür ve medeniyetine ihtiyaç duymaktadır.
Artık Yafes Sam’ın, Amerika ve Avrupa melez kültürünün çadırlarına/ inançlarına muhtaç durumda. Japon İmparatoru Batı tarzında giyiniyor, bu halklar Batı kültürünün kendine has üretim biçimi olan kapitalizmi sonuna kadar kullanıyorlar. Sam’ın çadırında kendi evlerindeki kadar rahatlar.
Bir yorumcu, Sam’ın çadırında bu rahatlıklarıyla, 21. Yüzyılın Asya ülkelerinin doğuşuna değil, batışına şahitlik edeceğini öngörmektedir. Diğer taraftan, üç dine- Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam- kaynaklık eden İbrahimi gelenek kapitalizmin evrensel çözücüleriyle, coğrafi Asya’nın halkları arasına derin sosyal ve kültürel tohumlarını ekmeğe devam edecek ve sonunda İbrahim öncesi kültürün son izlerini de ortadan kaldıracaktır.
Sam’ın çadırlarına isim koymak da mümkün:
Feodalizmin yerine getirilen ulus devlet.
Özel mülkiyet-demokrasi-din-devlet ayırımı( feodaliteyi dolayısıyla otuz yıl savaşlarını sona erdiren Westfalya anlaşması ( 1648), yönetimin iyi netice verebilmesi için din- devlet ayırımını da öngörmüştü.
Kapitalizm.
Marksizm, Komünizm, Nazizm ve Faşizm( istenmeyenler).
Global olarak dünyayı kontrol altına alan ve ikinci Roma olarak adlandırılan Amerika’nın, Sam’ın çadırında herkesi oturtma sevdasını çok ilerilere taşıdığını görüyoruz.
Globalizm, Von Hayek ve öğrencisi M. Freidman’ın kurup dünyanın dört bir yanındaki temsilcileriyle ağ gibi sardıkları neoliberalizmin de desteğiyle, kendine has inanç esasları/ ekonomik ilkeleri, cennet ve cehennem/ ödül ve müeyyideleri; kendine alternatif geliştirmeye çalışanlara/ müşriklerine öngördüğü iflas ve çökertmelerle dinlerin dünyasını epeyce daraltmış görünüyor.
Elitiam ve Sosyal Darwinizm’in sosyal ve kültürel; deforme Protestanlığın da dinsel olarak körüklediği bu yapı, ilkeleri gereği evrensel anlamda global olamaz, aksine seçkinci yapısıyla glokal olmaya mahkûm gibi görünmektedir. İnsan ilişkilerinde artık coğrafi engeller yerine artık zihniyet engelleri aldı.
Açık olmayan ve tartışılması gereken nokta; dinlerin bu ilişki biçimlerini nasıl gördükleri, daha da önemlisi, nasıl bir ilişki biçimini önerdikleridir. Eğer dinler de başkalarıyla ilişkiyi tahakküm, asimilasyon, fetih ve işgal şeklinde kuruyorsa globalizasyon ile dinler ortak zeminde hareket ediyorlar demektir. Din mensupları geliştirecekleri modellerle, insanlar arasındaki ilişkiyi, birbirine hükmetme modelinden işbirliği modeline çevirebilmelidirler. Dinlerin yaşanan zamanın ruhu olabilmelerini, müminlerin de yaşadıkları çağın vicdanını temsil edebilmelerini mümkün kılan, bu sorumluluk bilincidir.