Niyazi Pakyürek
Niyazi Pakyürek

Vicdan azabı- Büyük göz

Kabil, hayvan postları giymiş çocuklarıyla beraber, fırtınalar ortasında saçları dağılmış, yüzü mosmor kesilmiş bir halde Yehoya’nın huzurundan kaçmıştı. Akşam olurken büyük bir sahrada dağ eteğine vardı.

Yorgun karısıyla bitap çocukları ona dediler ki:

“Toprağın üstüne yatalım ve uyuyalım.”

Kabil uyumuyor,dağların eteğinde düşünüyordu. Mezar görünüşlü göklere başını kaldırdığı vakit gecenin içinde açılmış bir büyük göz gördü. Bu kez karanlıkların arasından sabit bir bakışla kendisine bakıyordu O titreyerek “Daha çok yakınlardayım” dedi. Uyuyan çocuklarını, yorgun karısını uyandırdı ve mesafelerin içinden kaçtı, otuz gün, otuz gece yürüdü. Dili tutulmuş, rengi uçmuş, bir gürültü işittikçe tir tir titreyerek, ardına bakmadan, durmadan dinlenmeden, uyumadan yürüyordu. Nihayet Hazar denizinin cenup kıyısına vardı.

“Artık burada duralım dedi, burası emin bir yerdir; burada yerleşelim. Artık dünyanın hududuna eriştik.”

Fakat daha yere otururken mağmum (gamlı) gökte, ufuktaki eski yerinde yine o büyük gözü gördü. O zaman vücudunu müthiş bir titreme aldı. “Beni saklatınız” diye bağırdı. Çocukları parmakları dudaklarında, vahşi gözün titrediğini görüyorlardı. Kabil derin çölde kıldan çadırlar altında konup göçenlerin babası olan Jabele dedi ki:

Çadırın bezini şu tarafa yay. Dalgalı duvarı açtılar. Onu kurşun ağırlıklarla tesbit ettikleri zaman, oğlunun sabah ışıkları gibi güzel ve tatlı olan kumral kızı: “Artık bir şey görmüyorsunuz ya” dedi. Kabil cevap verdi: O büyük gözü hâlâ görüyorum, Kabil’in çocukları, babalarını o büyük gözün izacından kurtarmak için kaleleri kuleleriyle koca bir şehir yapıyorlar ve etrafından kuş uçurtmuyorlar; geceleri yıldızlara oklar atıyorlardı. Bezden duvarı çadırların yerine granit taşları kâim oldu. Taş parçalarını demir çemberlerle birbirine bağlıyorlar, şehri bir cehennem memleketine benzetiyorlardı.

Kulelerin gölgeleri kırların üzerine gece karanlıkları indiriyordu. Duvarlara da dağ kalınlığı verdiler. Kapının üzerine” Allah’ın girmesi yasaktır” diye yazdılar. Böylece her tarafı sımsıkı kapadıktan sonra büyük babayı şehrin ortasında büyük bir taş kuleye koydular.

Kumral genç kız titreyerek tekrar sordu:

“Göz artık kayboldu mu büyük baba?”

Kabil cevap verdi:

“Hayır, hâlâ oradan bakıyor.”

O vakit bir karar verdi.

“Mezardan Allah artık beni göremeyecek, ben de bir şey görmeyeceğim.”

Bunun  üzerine bir çukur kazdılar. Kabil çok âlâ dedi. Sonra tek başına bu karanlık kubbenin altına girdi. Karanlıkta kendisi için hazırlanan sandalyeye oturduğu ve mağaranın kapısı yüzüne kapandığı zaman büyük göz mezarın içinde idi ve Kabil’e bakıyordu.

Victor Hugo’dan.

Mesuliyet hissi ve vicdan azabı en çok muhtaç olduğumuz şey! Çünkü Allah’tan kaçış mümkün değildir. Recaizade Mahmud Ekrem (1847-1914) ne güzel söyler:

“Bir kitabullah-ı âzamdır serâser kainat. Hangi harfi yoklasan, mânâsı hep Allah Çıkar.”

Ramazan Bayramınızı kutluyorum.

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X