Avatar
Olay Gazetesi
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Kaşığımızdaki balı dökmeden

Bir şeyi düzenli yaptığınızda onun kazanımlarını çabuk benimsiyorsunuz. Ancak bir şekilde ara verdiğinizde fark ediyorsunuz koca boşluğu. Uzun yıllardır çeşitli yayın organlarına yazıyorum. Bir süredir ara verdim. Sahiden kendini ifade etmenin yazı yazmanın nefes almak olduğuna inanıyorum, çünkü yazamadığım dönemde oksijen satürasyonumun düştüğüne inandım! 

Kitap okumak da öyle boş zamanlarda yapılacak bir eylem değil bana göre. Nasıl kan şekerimizin düşmemesi için biz diyabetliler periyodik olarak yemek yemek durumunda isek, kitap da beyin diyabetimiz için elzem. Her gün düzenli okuyup normal hayattan kopmazsam,  manyetik alanımda olmanızı istemem! Çok gergin oluyorum, kahve ve kitap uzun zamandır yoldaşım… 

Olumsuzlukları mikroskop altına alıp fazla dillendirdiğimizde onların yaşamımıza egemen olacağına  olan inancımdan mıdır? Bilmiyorum. Yaşanılan  sıkıntılı süreçlerin geçeceğine, güneşin birçok şeyi değiştireceğine inanarak yazılarıma mola vermiştim. Elbette bir mühendise sürrealist yaklaşım ironi kaçabilir. Ancak düşüncelerimizi şekillendiren algılarımızı da etkileyen bir belleğimiz matematiksel verileri de değiştirebilir. Yaşadığımızın ya da gösterilenin ötesinde güçlü bir tarihi de geçmişinde saklayan bir toplum geleneği ve geçmişi zamanı geldiğinde geleceğin şekillenmesinde etken rol alacaktır. Başarılı sayılabilecek algı yönetiminin de geçerliliği bir döneme kadar devam edecek. Biz büyük ustanın dediği gibi “enseyi karartmadan” işimize, aşımıza odaklanıp yaşayacağız…  

Bu dönemde bir yandan yatılı lisede okuyan kızıma final dönemlerinde koçluk yaparak, bir yandan da ilköğretimdeki küçük kızımın kendi kozasını açmasına tanık olarak dışardaki yüksek tansiyona rağmen karanlığın esaretinden uzaklaştım. Çünkü bilinçli ya da bilinçsiz yaratılmak istenen korku toplumu üretkenliğini de kaybetmiş, umutları yitik, güce tapan, bir yeni kimlik olacaktır! 

 Son seyahatimde yeniden bıkmadan okuduğum Simyacıyı bir solukta yeniden Bursa’ya dönene kadar cep kitabını okuyarak bitirdim. “Yaşam; kaşığımızdaki balı dökmeden yaşayabilme sanatıdır.” sözünü düşündükçe yaşanılanların tesirine esir olmamamız gerektiğini düşündüm. Sadece tek bir şeye, kimseye bel bağlamadan yaşama sanatı hepimizin şu anda en çok ihtiyaç duyduğu aslında. Çünkü toplum olarak sevgimizi de arabesk yaşama patolojisi her kesimi ele geçiriyor. Sevdiğimizi putlaştırma, sevemediğimizi yok etme uğruna reaktif Ortadoğu toplumu tepkisi verdiğimizden her alanda sürtüşmelerden yakayı kurtaramıyoruz.

Bu işten rant sağlayan siyasetçi kolaylığı da sistem kurmaktan çok kişiye bağlı, güce bağlı yönetim anlayışını empoze etmeye çalışıyor. Sürdürülebilir analitik parametrelere bağlı bir sistem, tüm siyasi rantçılar için aslında fren olacağından benimsenmek istenmiyor. Yanlışın doğruyu kovduğu günlerde  değiştiremeyeceğimiz her şey için tek kurtuluşun kitap olduğuna daha çok inanıyorum… Hiçbir şeyin sabit kalmadığı yaşamda hiçbir güç unsuru için de netlik yoktur. Tarihimiz bunu bize öğretmiştir.  

Üniversite yıllarımda teknik resimde hocamız  üç boyutlu baktığımızda yaşamınızı daha iyi yönetirsiniz, size gösterilenden daha fazlasını görmeye, hayal etmeye çalışın demişti. Tam da şimdi ülkemizin dışardaki yansıması, kendi içimizde yaşananlar, bizim empoze edilenin dışındakileri fark etmemizi sağlıyor! 

Ortadoğu toplumlarının en büyük yönetişim argümanı korku, aslında bunu kullanan liderlerin de celladı olmamış mıdır? Birleştirici ve sevgi argümanı üzerine siyaseti kurgulayanlar uzun dönemde toplumları tarafından da benimsenmişlerdir. Genel geçer, adrenalini yüksek siyaset argümanları Ortadoğu toplumlarının benimsediği ancak evrensel yönetişimden uzak  olduklarından benimseyenleri de yarı yolda bırakmış, bu kez gülerek bu sonu bekleyen batı ülkelerinin iştahını kabartmıştır… 

Bizim tarihsel geleneğimiz şimdiye kadar Ortadoğu’da yaşananlardan hep ders alarak bu karmaşaya mesafeli durmamızı sağlamıştı. 

Winston Churchill “Büyüklüğün bedeli düşüncelerinin her birinden sorumlu olmaktır” demiş. Lider olmak da sadece kendi gücünü tescillemek değil gelecek toplumların inşasında da etken olabilmektir. Tarihe beyaz harflerle yazılabilmektir. 

Milli bilinç  ve şuur  kritik dönemlerde her zamankinden daha çok önem taşıyor. Bizim 1000 yıllık tarihin tamamına sahip çıkıp onun öğretilerinden ders almamız bu günlerde elzem görünüyor… 

Ve  bugün Babalar Günü…

Bugünün en güzel seremonisi bir babanın güven dolu kollarında onun kokusunu içine çekmek, güvenle yaşamak, nefes almak gibi hayati ve doğal.  

Şayet babanız hayattaysa bu çınarın gölgesinde bunu ertelemeyip yaşayın derim. Benim gibi babasız kalanların durumu biraz melankolik bitmeyen bir geçmiş hesaplaşması. Ayrıca babalarını uğurlamasıyla büyümek ve güçlü olmak zorunda kaldıkları yaşamları ve sorumlulukları gözyaşlarına engel teşkil eder. Benim çocukluğum rahmetli babamın beni gurbetle tanıştırması ve bana çok güvendiğini söylemesiyle bitmiş aslında. Sonradan fark ettim, babanızdan temelli ayrıldığınızda küçük kızlığınızdan eser kalmıyor, çocukluğunuz, nazınızı bitiriyor ayrılık! 

Ona söz verdiğim gibi hep güçlü ve dik duruyorum ki gördükçe huzurla uyusun. Hiç grip olmamış, yatarken görmediğiniz babanızın ölümsüzlüğüne inanmak son masalınız oluyor. Bu onu son görüşüm mü? Elini son öpüşüm mü? Yoksa son Babalar Günü mü? Hiç düşünmeden gölgesinde huzur buluyorsunuz son ana dek. Üç yıldır Babalar Günü’yle depreşen özlemi hep aynı yoğunlukta devam ediyor. Ve ben de üç yıldır babasızlar kulübünün isteksiz üyesiyim yine gidip kabristana fısıldayacağım: “Doğmak gibi son yolculuğa çıkmak da olağan, güçlüyüm öğrettiğin gibi kızlarıma da dik durmayı öğretiyorum. Hayır ağlamıyorum, gözyaşlarıma yasak koydum!  

Tüm babaların, kahraman şehit babalarının gününü saygıyla kutluyorum…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X