Avatar
Olay Gazetesi

Kapı aralığında

Son söz söylenir, bir adım kapının dışına ayak atılır ama tam da burada en can alıcı sohbet yapılır. Sıradanlığın dışında yaratıcı bir düşünce şekilleniverir. Zaten bunun ötesindeki günümüz anımız genel geçer yaşam tarzları günbegün birbirinin aynıdır. Günlük telaşeler, yorgunluklar, kızmalar  günün çoğunu doldurur geriye dizilerin karşısında uyuklanıp sızmak kalır itiraf etmek gerekirse… 

Son çırpınışım televizyona bel bağlayıp uykumu dağıtacak beynimi uyuşturmayacak bir program arayışındayım.

Nereden bu merak kestiremiyorum ama birkaç yıldır gece saatlerinde yalnızlığımı paylaşmak istemiyorum. Uykumu yenebilirsem sevdiğim kitapları, müzikleri bu saatte  seviyorum. 

Şimdi nesli tükenen dinozorları anlatan belgesel de çok ilginç geliyor. Ünlü bir biyolog kendi yorumlarıyla tanıtıyor bu canlıları, dinozorların gövdeleri inanılmaz bir boyutta büyüyormuş. Buna karşılık beyinleri başlangıçtaki ebatlarında kalmış. İşin en ilginç yanı böylesine devasa bir gövde ile küçük beyin arasındaki oransızlıktan  dinozorların nesli tükenmiş…

Gecenin bir yarısı keyfim kaçıyor. Şimdi beyin kas sistemi gibi olduğuna göre bu projeksiyonda beynimizi yaratıcılığa kapatıp motomod çalıştırıp yaşadığımızda bizim de makus talihimiz dinozorlara dönmesin!

Şaka bir yana, uykudan eser kalmıyor.

Umut etmeden yeni bir günü karşılayamıyoruz. Her durumun gri ve siyahlıklarına odaklanmak vitesi geri almaktır biliyorum elbette; Ama son yıllardaki gelişmemizi düşündüğümde ekonomide de çimento satışlarının yükselip yapı ve inşaat sektörünün geliştiğini fark ediyoruz. Bitmeyen yol kazı çalışmaları artık vazgeçilmezimiz oldu. Anlık tepkisel çözümlerimiz geleceğimizi de ipotek altına alıyor.

Elbette, şehirlerimizi kuşak gibi saran çevre yolları, yeni köprüler, havalimanları, barajlar, telekomünikasyon sistemleri, yepyeni tv kanalları, yaşamımızı kolaylaştıran bilgisayar ağı bizim hızla büyüdüğümüzün kanıtıdır. Yaşadığımız sıkıntıların çoğu da jeopolitik konumumuzdan kaynaklanıyor.

En büyük kaynağımız insan kaynağında genç nesilde de bereketliyiz. Biz toplumsal gelişmeyi ne yazık ki, geleneksel kültürle modernleşme arasında kendine özgü bir kültür sentezi kurarak  başaramıyoruz. 

Halk oyunlarıyla ilgili polemik aklıma geliyor. Siyasilerin ve televizyondaki dizilerin toplumun değer sistemlerini yeniden renove etme anlayışı da sığ kalıyor. Biz fark etsek de etmesek de. Halk oyunlarımız bizim geleneğimizin tarihimizin yaşamımızın müzikle harmanlanmasıdır. Özümüzü bizi yansıtır. Bizim gel-gitlerimiz; romanın, edebiyatın, sanatın, sporun, müziğin  yaşamımızdan ayrıştırılma gayretleriyle hep depreşir… Çünkü toplama bir birliktelik değil 1000 yıllık bir tarihin uzantısıyız. Ne Karacaoğlan’dan ne Yaşar Kemal’den vazgeçebilir unutabiliriz… Toplumsal dokumuzu, gençlerimizi sanal yaptırımlarla değil aksine bilim, sanatla geliştirebileceğimizi fark etmeliyiz son tren de kaçmadan.

Okumayan, beynini zorlamayan, üretmeyen toplumlar bireyleri değersizleştirme çabasındadır. Düşünen gençlik yeni formüller arayışındadır. Canlı bomba istihdamı çaresiz kula kulluk eden gençlerden oluşturuluyor. Bugün senin gücünle senin etki alanında olan dürtüyle düşünmeden karar verenler yarın da yeni güç sahibinin tekelinde yaşamı cehenneme çevirebilir!

Son dönemlerde, trafikte, kamusal alanda siz de fark ediyorsunuzdur, başına buyruk, insana saygısız, kabaca davranışlar sergileyen kişi sayısı popülasyonuyla orantılı arttı. Feribotta bağırıp gürültü kirliliği yaratan bir kişiyi uyarmaktan çekiniyoruz; Vereceği kaba tepkiden çekindiğimiz için. Kafamızı kuma gömüp sorunları yok sayarak günü kurtarmaya çalışıyoruz. Ama halının altına attığımız toplumsal sorunlar da korkarım zamanında kafa yormazsak bizi Ortadoğu’nun kaderine sürükleyecek!

Bizim aydınlarımızın yaptığı gibi karşıyım karşı her şeye karşı anlayışına ben çok karşıyım. Her şeyi siyah beyaz algılamak bizim en büyük yanılgımız. Bizim toplumsal değerlerimizi hiçbir görüşe endekslemeden yaşayabilme ayırdına ulaşabilmemiz için kitaplara, sanata yakın olmamız elzemdir. Gün boyunca televizyon ve akıllı telefonlarla geçen zamanlarda, farkında olmadan yaşamımız şekilleniyor. Nasıl düşünmemiz, nasıl eğlenmemiz, neyi sevip, neyi sevmememiz, neyi yanlış bulup tepki göstermemiz kurnaz kültür tasarımcılarıyla adeta enjekte ediliyor .

Bu kez “mış” gibi yapma gayretimiz artıyor. Herkes star havasında yazılan senaryoda rol kapmaya çalışıyor, o rolün kendini yansıtıp yansıtmadığını hiç düşünmeden…

Ruhu yaralı toplum olduk. Köklü kültür mirasımızın üzerini kaplayan popüler kültürle yol almaya çalışırken…

Son yıllarda üzülerek yaşadığımız kötünün iyiyi kovma cüretkârlığıdır. Bu alışkanlık yerleştikçe kentsel yaşama uygar yaşama geçemeyeceğiz.

Bizim ortak patolojimiz kıskançlık  Doğu toplumlarına özgü insanın gözünü kör eden bir hasetlik ve öfkedir. Yeter ki başarısız olsun ama gemide batarsa batsın, bu bizim aşamadığımız, tedavi edemediğimiz rahatsızlığımız. Yine düşünmeden dürtülerle hareket etmemizden kaynaklanıyor .Bu nedenle de toplumda şiddet eğilimi artıyor. Okumuyoruz, düşünmüyoruz, izliyoruz, kıskanıyoruz, öfkeleniyoruz, batsın bu dünya formatında da elimizden geldiğince yakıp yıkıp, rahatlamaya çalışıyoruz…

“Önce ekmekler bozuldu” demiş Oktay Akbal. Şimdi de kentlerin bozuluşunu izliyoruz çarpık plansız yapılaşmalarımızla. Hüzünle, içimiz burkularak ve Avrupa şehir düzenlemelerine gıpta ederek… Oysa bozulan şehir mimarisinde kentlerin insan ruhundaki etkilerini hiç hesaba katmadan!

Keyifli pazarlar…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X