Hevesle koşuyorsunuz kitapçılara…
Masallarla büyüsün istiyorsunuz çünkü…
Anne baba ilişkisini güzel duygular üzerinden kurgulasın, okuma alışkanlığını en başından kazansın diye karıştırmaya başladığınız raflardan birkaç masal kitabını çekip alıyorsunuz önce…
Tabii…
Kitap seçerken daha önce bir tavsiye almadıysanız, o anki duygularla beğendiğiniz kitapları alıp, evininize dönüyorsunuz.
Artık uyku vakti dediğinizde keyifle kapağını açtığınız kitabın çocuklar için yazılmış olsa da aslında çocuklara çok uygun olmadığını anlamanızda uzun sürmüyor.
Doğruyu anlatma metodu olarak birçok çocuk kitabında kötü vurgusu işlenmeden sonucu gidilmiyor.
Oysa…
Anneler, babalar okuduğu masalın gerçekçi olmasını zamana bırakmak isterler…
Küçük bir çocuğun anlayamayacağı kalabalıkta sözcüklerle örülmüş hikâyelerdeki korku figürleri, bellekleri pırıl pırıl çocuklara doğruyu anlatmada ne kadar etkili olur, açıkçası kestirtmek çok zor.
Öyle çocuk kitapları var ki…
Cüneyt Arkın filmlerini arıtmıyor.
Vurdulu kırdılı…
Üstelik bazı masalların yazarları bugün övgüyle söz ettiğimiz isimler…
Madem kapağını açtık, çocuğumuz masalın devamını bekliyor, korku tüneli gibi bölümleri atlayıp devam edelim diyorsunuz ama…
Labirent gibi örülmüş sözcükler içinden ayıklama yaparken, 3 bin metre engelli koşuya katılmış duygusuna kapılıyorsunuz.
Birbirini kovalayan her sayfa aynı çünkü…
Hem kötü sözcükleri ayıkla, hem akıcılığını bozma kolay iş değil…
Hani derler ya…
Kötü ev sahibi insanı mülk sahibi yapar diye…
En sonunda kendi masalınızı anlatmaya başlıyorsunuz.
Kötü sözcükleri ayıklarlar, bir nevi yarı yazarı haline geliyorsunuz kitabın…
Öyle olacağını, en iyisi mi kendi masalı mı anlatayım diyorsunuz.
Ve süreç…
Sizi bir masal anlatıcısına dönüştürüyor.
Tabii…
Masalla uyuyan bir çocuğa “Bugün masal yok” demek de olmuyor.
Akşam eve koyulurken yeni bir hikâyenin peşine düşüyorsunuz.
Bu durumu daha profesyonel düzeye taşıyan anne balalar var.
Pepee’nin yaratıcısı Ayşe Şule Bilgiç gibi…
Siz de bağışlayın!..
Son nefes verilirken, herkesin hayır yapma şansı var.
Hafta içi son nefesinde hayır yapanlarla ilgili verileri açıkladı, İl Sağlık Müdürü Dr. Özcan Akan…
Türkiye’de 22 bin 873 hasta nakil bekliyor.
Akan, 2014’te bin 60 organ naklinin kadavradan gerçekleştirildiğini belirtiyor.
Bursa’nın Türkiye ortalamasının üstünde olduğunu ancak yine de organ bağışı konusunda yetersiz kalındığının altını çiziyor.
Organ nakliyle ilgili her haberde rahmetle andığımız eski siyasetçi, televizyoncu Şemşettin Şen’i bir kez daha anmak yarar var.
Bursa’nın organ naklinde Türkiye’nin lider kenti olmasında onun yaptığı programların da büyük etkisi oldu çünkü…
Akan’ın uzun soluklu il müdürlüğünün de bunda payı var.
Ve tabii…
Duyarlı insanlar, onlar bu işin lokomotifi…
Organ bağışının dinen bir sakıncasının olmadığını dönemin Bursa müftüleri defalarca açıklamışlardı.
İl Sağlık Müdürü Dr. Özcan Akan’ın önceki gün organ bağışıyla ilgili düzenlediği toplantının dikkat çeken isimlerinden birisi olan Büyükşehir Belediye Başkanvekili Abdullah Karadağ, hem bir ilahiyatçı hem de bir böbrek nakli bekleyen hasta olarak şu notu düşüyor:
“İnsan bedeni ölüp çürüyecek.
Toprak olacak bir bedenin organlarının bir hastaya verilmesi hem İslami hem insani bir görevdir.
İnşallah biz de ailemizle böyle bağışlarda bulunacağız.
Toprak olacağına hayat kurtarsın diyoruz.”
Bir çocuğun gözünden…
Ahmet Emre Kaya, Emine Örnek Ataevler Anaokulu öğrencisi…
Öğretmenleri, 10 Ocak Dünya Çalışan Gazeteciler Günü’nde Ahmet Emre’nin önüne bir fotoğraf koymuşlar.
Fotoğrafına baktıkları kişinin mesleği, yaşı, adı, yaşadığı yer hakkında tahminde bulunmasını istemişler.
Küçük Ahmet Emre’ye gösterilen fotoğrafın sahibi olarak şunu söyleyebilirim.
Öğretmenlerin amaçladıkları gibi gülümsedik.
Keyif aldık.
Ahmet Emre’nin tahminleri de fena değil hani…
Kendisine bir not gönderdim…
Yaptığı tahminlerin gerçeğe yakınlığı onu ilerde bir bilim insanı yapabilir.
Mutluluk dileğiyle hem gül, hep mutlu ol Ahmet Emre…