Ulusumuzun tarihinde çok farklı bir yeri olan Çanakkale Savaşları ve burada gösterdiğimiz kahramanlık, onurlu ve gururlu bir millet olduğumuzun en güçlü göstergelerindendir. Bu destanın geçtiği toprakları her yurttaşımızın görmesini kalpten diliyorum.
Çanakkale Savaşları sırasında karşı kuvvetler boğazdan denedi olmadı, karadan denedi olmadı, hem kara, hem denizden denedi olmadı ve Çanakkale geçilemedi. Yenildik sayıldığımız 1. Dünya Savaşı’nda hiçbir milletin gösteremediği kahramanlığı göstererek ülkemize girmek isteyenleri donanma ve askerleri ile memleketlerine geri gönderdik. Burada bizi güçlü kılan şey silah gücü değil, binlerce yıldır topraklarımıza yabancıların girmemesi gerektiği ilkesi ve maneviyat gücü idi. Bu adeta genetik yapımıza kazınmıştı.
Kıymetli okurlarım. Genetik yapımıza kazınmış başka şeyler de var. Hepimizin hücrelerinin içinde DNA denilen bir madde var. Genetik şifremiz burada saklı. Bu şifremiz ise yediğimiz gıdalar başta olmak üzere pek çok çevresel faktörden etkilenebiliyor. Şöyle açıklayayım: Bilgisayarda kullandığınız yazılım sistemi ancak belli programları çalıştırabilir. Bilgisayarınızda yavaşlama, karakterlerde değişme, sık sık kapanma ve benzeri durumlar olduğunda ilk akla gelen virüs bulaşmasıdır. Virüs yabancı bir programdır ve bilgisayarın sistemlerine sızarak işleyişini bozar. Yediklerimiz eğer genetik talimatlarla çalışan hücrelerimizin yapısına uygun değilse yavaş yavaş vücudumuzu yıpratır. Obezite, kanserler ve başka arızaların ortaya çıkmasına sebep olur.
En çarpıcı örneklerden birini vereyim. Kurufasulye yediniz. Bağırsaklarınıza geldiği andan vücudun genetik şifresine göre çalışan bağırsak hücreleri fasulye içindeki mineralleri, vitaminleri, protein parçacıklarını karaciğer hücrelerine, karaciğer hücreleri de vücudun gerekli bölgelerine gönderir. Binlerce yıldır aldığı talimatlara uygun gıda verdiğinizde vücutta hep aynı (doğal) olaylar gerçekleştirilir.
Günümüzde çoğumuzun severek yediği, genetik şifremize uymayan bazı gıdalar da vücut içerisinde işlemlere tabi tutulur. Bilim bugün vaktini virüs etkisi gösteren bu besin maddelerinin vücutta yaptığı kronik ve yıkıcı faaliyetlerin tanımlanmasına ayırıyor. Kronik bir enflamasyon (iltihap) yaptığı kabul edilen bu gıdaların kullanımı kısırlıktan alerjilere, kanserlerden romatizmal hastalıklara kadar pek çok cephede bizleri savaşa sokuyor. Örneğin 1975 yılında ülkemizde % 1,5 olan kısırlık düzeylerinin bugün % 30’ları aşmasında büyük olasılıkla beslenme alışkanlıklarımızın değişimi rol oynuyor.
Vücudunuza her zaman içeriden ve dışarıdan düşmanlar girmeye çalışacaklardır. Ağız yolu ile, derinizden, bağırsaklarınızdan… İçerinizde de kanser hücresinin oluşumuna yol açacak birçok faaliyet gerçekleşecektir. Ancak aldığımız gıdaların genetik yapımıza uygun olması, antioksidan içeriğinin fazla olması Çanakkale’de düşmana izin vermeyen askerlerimiz gibi vücudumuzda da enflamasyonun (bir nevi savaş) oluşmasına izin vermeyecektir.
Ne kadar garip bir vücudumuz var değil mi? Adeta bir küçük dünya gibi işliyor.
Yaşayarak öğrenmek, bedeli en ağır olan öğrenme biçimidir (N.Bonapart). Ama öyle veya böyle öğreneceğiz.