İyi bir hikaye, toplumun kabuk tutmuş yaralarını en iyi kaşıyandır…
Bu hafta sizlere adını Adana’daki antik kentten alan “Magarsus” dizisinden bahsetmek istiyorum. Magarsus, BluTV’nin özgün yapımlarından biri olarak, bölgede narenciye ticareti yapan Kurak Ailesi’nin hikayesini merkezine alıyor. Yönetmenliğini Yunus Ozan Korkut’un üstlendiği dizi, aile içi iktidar savaşları, yerel mafya ilişkileri ve tarım ekonomisinin karanlık yüzünü işlerken, Türkiye’nin sosyo-politik yapısına da son derece gerçekçi bir ayna tutuyor. Başlarda Çağlar Ertuğrul’un şiveli performansı biraz kulak tırmalasa da, birkaç bölüm sonra karakterin derinliğinin oluşması ve oyuncunun da karakteri sahiplenmesiyle, daha gerçekçi bir performans izliyoruz. Özellikle Berkay Ateş’in canlandırdığı Beton karakterinin ardında barındırdığı acıklı hikayesiyle hüzünlenip, bir uyuşturucu baronuna dönüşümünü seyrederken, oyunculuk anlamında bir şova şahit oluyoruz.
“Magarsus”, sadece mafyatik bir aile dramasından ibaret değil; aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal yapısına dair derinlemesine eleştiriler barındırıyor. Depremde göçük altında kalıp tüm ailesini kaybetmiş bir çocuğa “beton” lakabını takacak kadar acımasız olanları gözümüze sokarken, güç odakları tarafından yok pahasına çalıştırılan göçmenleri, Amerikan şirketleri üzerinden kapitalizmin mülksüzleştirici gücünü, Ruslar üzerinden uyuşturucu ve kara para aklama yöntemlerini, yozlaşmış ve tüccarlarla iç içe geçmiş yerel yöneticileri ve hatta küçük yerlerin önemli makamlarından biri olan futbol kulübü başkanlarını şeffaf bir şekilde izliyoruz 2 sezon boyunca.

Son yıllarda Adana’dan çıkıp Türkiye çapında ses getiren, amatör ruh ve maddi imkansızlıklarla çekilen bir diğer dizi de “Sıfır Bir” olmuştu. Hatta yine başka bir Adanalı genç olan Mahsun Karaca’yı önce “Röportaj Adam” videolarıyla tanıdıysak da, sonrasında yaptığı dizi ve filmleri izledik ve izlemeye devam ediyoruz.

Küçüklüğümde hava durumu bültenlerini izlerkenki sıralamayı çok net hatırlıyorum. İstanbul, Ankara, İzmir ve ah işte evet, BURSA! Sonrasında ise hemen Adana gelirdi. Şimdilerde nüfus popülasyonu olarak Adana, Antalya’nın gerisine düşüp 6. büyük kentimiz olsa da, dizi ve film sektöründe Bursa’nın çok önünde olduğunu söylersek yanlış olmaz.

Bursa’dan çıkıp Türkiye’de yankı uyandıran işlerden aklımda kalanlardan biri, daha önce bu köşede de uzun uzun yazdığım “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filmi. Bir diğeri içinse Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ı söyleyebiliriz. Dizi olarak ise ilk aklıma gelen çekimleri Unesco Kültür Mirası Listesi’ndeki Cumalıkızık’ta gerçekleştirilen “Kınalı Kar” ve Trilye’de çekilen Melekler Adası. Bu yapımların üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti.

Ufak bir Google araştırmasıyla yakın zamanda çekilen başka dizilere rastladımsa da, İstanbullu Gelin dışında hiçbirinin adının kulağıma çalınmadığını itiraf etmem gerek. İstanbullu Gelin’in ise bir kısmı Gölyazı’da bir kısmı ise İstanbul’daki bir platoda çekilmiş.
Gölyazı demişken, Şahsiyet dizisinin Kambura’sını da unutmamak lazım, hatta yine aynı dizinin son sezonunda, Çelik Palas Oteli’ni ve Uludağ’ı da gördük ancak anlatmak istediğim asıl mesele, Bursa’nın yerel bir sorununu daha büyük çapta işleyip, Türkiye ölçeğinde yankı uyandıran bir yapımın olmayışı.
Magarsus’taki yerel ögelere bakarsak, narenciye tarımı, Çukurova Pamuğu, Adana’nın kriminal işlere bulaşmış ve artık bir Stereotipe dönüşmüş gençleri, depremde her şeyini kaybetmiş bir yetim, ihracat için kurulan bir liman, flamingolar, lagünler, bölgenin dünya uyuşturucu ticaretinde bir durak oluşu vs…
Benzer bir dizi hikayesini Bursa ile ilişkili olacak biçimde yazmak isteseydik neleri kullanabilirdik bakalım:
Uludağ ve çevresinde geçmişten beri otelcilik yapan bir aileyi ve sektördeki dinamiklerini anlatabiliriz.
Osmangazi ve Tophane çevresi sayesinde Osmanlı mirası, türbeler, tarihi yapılar ile yerlilik ve muhafazakârlık vurgusunu buradan verebiliriz.
Cumalıkızık, Misi, Gölyazı gibi köyleri, hem tarihi hem de turistik olmaları açısından illa ki bir yerde mekan olan kullanırız. Gölyazı’dan bir balıkçı ya da kuş geçiş yollarını araştıran genç bir akademisyen, zamanında Cumalıkızık’ta yaşamış eski bir arabacı/faytoncu usta, Misi’de kooperatif kurmuş ev hanımı bir teyze, listeyi böyle daha epey sürdürebiliriz…
Çinicilik, el işçiliği, geleneksel üretimle uğraşan karakterler ya da ustanın yanında yetişen bir çırağımız olabilir. Son zamanlarda suların çekilmesiyle gün yüzüne çıkan bazilika, İznik Konsili’nin tarihi önemi ve hatta ziyarete gelmek isteyen Papa’yı da işin içine katıp, Trilye’den de bir gayrimüslim karakter koyarsak işimizi global platformlara bile satarız.
Küçük Sanayi’de kendi başına kurduğu atölyesini kurduğu siyasi bağlantılarla büyütüp, Organize Sanayi Bölgesi’ne terfi eden çekirdekten gelme sanayici iş adamımız şöyle köşede dursun. Arada grev, emek, sendikal hakları vs. buradan işleriz. Gerekirse Bursa’daki ana parça tedarikçisi global firmalar üzerinden Fransız ve İtalyanları da böylece senaryoya dahil etmiş bulunuyoruz. Globale açılan bir kapı daha!
Bursa mutfağını kullanmasak olmaz. İskender, kestane şekeri, pideli köfte gibi yiyecekleri hikayenin içine bolca yedirmeliyiz. Mesela Leon filmindeki ana karakterin sadece süt içerek beslenmesi gibi bizim de karakterimiz yalnızca hurma tatlısı ya da kestane ile beslensin. Çekirge Selvili Cadde’deki evinin terasında Bursa manzarası eşliğinde sporunu yaparken -ne bileyim- kestane ile yapılmış çeşit çeşit şeyleri yiyerek hayatta kalsın. Kestane turşusu diye bir şeyi literatüre katarız belki de!
Tarım ve kırsal alanlar (Mudanya, Gemlik, Karacabey, Yenişehir, Mustafakemalpaşa): Zeytin, şeftali, domates, soğan ve hatta süt ve süt ürünleri üzerinden tarlalarda, ya da çiftliklerde geçen bölümler, çiftçi kooperatifleri gibi konulara da değinebiliriz. Gemlik zeytinini dünya markası yapmaya kafaya koymuş genç girişimci bir kadın karakterimiz neden olmasın?
Eski Bursalı Emekli Dede: Genellikle Nilüfer’de yaşıyor, Osmangazi anılarını anlatıyor, eski Bursa’yı özlüyor, “Eskiden böyle miydi, bu Tokileri gördükçe göğsüm sıkışıyor, nerede benim dilaltı hapım hanım?” replikleriyle dizinin muzip vicdanını bu dedemiz yapabiliriz.
İstanbul’dan Bursa’ya taşınmış yeni mezun beyaz yaka: Kiralar ucuz diye Görükle’ye taşınmış, doğayla iç içe yaşamak istiyor ama asgari ücretten hallice maaşı ve yoğun mesai saatleri işe gidip gelmekten başka bir şey yapmasına fırsat bırakmıyor. Bu karakter üzerinden gençlerimizin ümidini kaybedişini, artık eğitim ile sınıf atlamanın imkansızlığını anlatıyoruz.
Muhafazakâr Teyze: Hayır işleriyle uğraşan, yeri geldi mi kendi dogmatik doğrularını dayatıp çevresindekilere lafını esirgemeyen ama kalbi temiz bir karakter. Buradan da son 25 yıllık siyasi değişimimize ara ara dokundurmalar yapıyoruz.
Dağcı Gençlik: Uludağ’a tırmanan, çevreci ama asi tipler. Aktivist kimliğiyle ön plana çıkıyorlar. Bir gün Zeyniler’den yukarı çıkarken eski bir manastır kalıntısı buluyorlar ve derken olaylar gelişiyor.
Temaya gelirsek de, kentleş(eme)me ve kültürel erozyon, gelenekle modernite çatışması, sanayi işçisinin yaşadığı zorluklar, yeni mezun beyaz yaka umutsuzluğu, göç ve yerleşiklik (Balkan göçmenleri, Doğu’dan gelenler vs.) gibi konuları işleyebiliriz.
Adı için ise, İskender’in Altı gibi bir şey diyebiliriz. Hem görünürde başarılı ve güçlü baş karakterlerimizden birinin adı üzerinden, hem de Bursa ile özdeşleşmiş bir yiyecek üzerinden, aslında birçok şeyin göründüğü gibi olmadığını anlattığımız bir ismimiz olabilir.
Ya da aklıma Prusa OSB, Prusa Yeşili ya da Kestane Çürüğü gibi isimler geliyor. Magarsus’taki gibi antik zamanlardan beri bu topraklarda işler böyle yürür şeklindeki bir mesajı eski Bursa adıyla ya da Bursa’dan bir antik kent ismiyle sağlamak çok güzel olsa da, bu dizimizi daha başlamadan orijinallik ve özgünlükten uzak çalıntı bir iş yapardı.
Benden bu kadar!
İsmini de yapacak kişiler düşünsün.
Bursa’dan çıkan özgün, kaliteli ve derdi olan bir yapımı izleyene dek, biz şimdilik Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü ve hatta belki de Bursa Bülbülü ile yola devam ediyoruz!