Türkiye’de altmış yıldır gazetecilik yapan kaç kişi vardır bilmiyorum ama bildiğim bu sayının son derece az olduğu. Bu az sayıdaki gazetecilerden biri de Bursa’da, adı Erdal Özdür. Onunla Ressam Şefik Bursalı Caddesi’ndeki Bursa Hakimiyet Gazetesi’nde tanıştığımızda yıl 1987 idi. Girdiğim büyükçe salon bende ilkin bir arı kovanı izlenimi uyandırmıştı. Pek çok masanın, oturanlar kadar bir masadan diğer masalara gidenlerin da çok olduğu, daktilo seslerine telefon konuşmalarının karıştığı gürültülü salonda olmuştu ilk karşılaşmamız. Yana taralı gür saçlı, gözlüklü, bıyıklı, boyu kısayla orta arası, kırk yaşında zayıf bir adamdı. Çelebi Mehmet Lisesi’nde öğrencim olan kızı Özge’yi övdüm, öyle bir evlat yetiştiren babayla tanışmak için geldiğimi söyledim. Çok memnun oldu, çay söyledi. Masası gazete küpürleri, dergiler, fotoğraflar ve başka şeylerle doluydu, kısa sohbetimizi çalan telefonlar kesintiye uğrattı. Bu onunla ilk karşılaşmamdı…
Özge mezun oldu, onunla beraberliğimiz bitti, bu defa babasıyla beraberliğimiz başladı. Kırk yıla yaklaşan bu beraberlikte gazete ilk yerinden Fevzi Çakmak Bulvarı’nda bir iş hanına, ordan As Merkez yanına, son olarak da Sönmez Medya Center’a taşındığında hep belli aralıklarla onu ziyaret ettim. Bir gün Fevzi Çakmak Bulvarı’ndaki gazeteye gitmiş, girişte bir köşeye yığılmış tencere ve tavaları görünce şaşırmıştım. Bunu farkedince, “Şimdilerde bazı gazeteler promosyon diye şu kadar kupon biriktirene televizyon, ansiklopedi veriyorlar ya biz de bunları veriyoruz” demişti sesinde belirgin bir hoşnutsuzlukla. Yer olarak orası Ressam Şefik Bursalı Caddesi’ndeki yerden daha genişti, bazı yazarların odası vardı. As Merkez yanına taşınmaksa şehir merkezinden on kilometre uzağa düşmek anlamındaydı. Ama orada ortam daha konforluydu, onun da odası vardı, üstelik ilk iki yerdeki gazeteci ve insan kalabalığı önemli ölçüde azalmıştı. Orada fazla kalmadan hemen karşıda Sönmez Medya Center’a geçtiklerinde doksanlı yıllar bitmiş, iki binli yıllar başlamıştı…
Sönmez Medya Center’daysa odası gayet büyüktü, her gazetecinin odası var gibiydi, bilgisayar ve yeni teknoloji kullanılmaya başlanmıştı. Oraya ne zaman gitsem koridorların boşluğu, gazeteci sayısının azlığı dikkatimi çeker, eski arı kovanı manzaralarının tarihte kaldığını düşünürdüm. Gazeteciliğin bir değişimden geçtiği açıktı. Bunu önce o değişen gazete binalarından anlıyordum. Sonra teknolojik değişiklikler geliyordu. O bilgisayardan yakınıyordu öncelikle. “Alışmışım daktiloya, bilgisayardan hiçbir şey anlamıyorum. Patron daktiloları yasakladı ama ben yine gizliden gizliye onu kullanıyorum” demişti çekmeceye sakladığı daktilosunu göstererek. Tabii zamanla o da bilgisayara alıştı, daktiloyu bıraktı. Gazetenin magazin dahil çeşitli bölümlerinde çalışmış olup uzun bir süredir halktan gelen şikayetleri yazdığı köşesinde ilgili makamları haberdar ediyor, şikayetler çözümlendiğinde de onları açıklıyor…
Erdal Özdür konuşmadan çok yazmayı seven, alçak sesle kısa ve öz konuşan biridir. Öyle kendi sesine aşık insanların karşısındakini yıldıran monolog şeklindeki konuşma tarzı onun hiç sevmediği bir şeydir. Asla bir konuyu, bir kelimeyi veya cümleyi sündürmez, gereksiz uzatmalar yapmaz. “Anlatımda ekonomi nasıl olmalı?” diye sorulsa onu örnek gösteririm. On yedi-on sekiz yaşlarında gazeteciliğe başlayan, hiç kahkaha attığını görmediğim ciddi bir insan o. Ama son zamanlarda sık sık gazeteciliğin eski tadının kalmadığını söyler…
Onu son iki yerinde ziyarete gittiğimde yanımda vermek için hep bir kitap, bloknot gibi şeyler götürdüm. Kitabı alır, “Fırsat bulduğumda okuyacağım” derdi. Genelde öğle yemeğine yakın bir zamanda gider, sırayla birbirimizi yemeğe davet eder, bir buçuk saatlik arada As Merkez, Anatolium gibi AVM’lere veya bir köy kebapçısına gider, yemekten sonra çaylarımızı içer, sohbet ederdik. Pandemiden sonra bunlar bitti ne yazık ki. Artık yazılarını evden gazeteye gönderir oldu…
Gazetenin magazin bölümünde çalıştığı yıllarda haber yaptığı şarkıcı, türkücü, artist gibi kişilerle ilgili anılarını bir gün Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nun bir salonunda slaytlar eşliğinde davetli bir topluluğa anlatmıştı. Okulu bitirdikten sonra ancak birkaç kez gördüğüm Özge ile orada karşılaşmış, birbirimize sarılmıştık. Müzik öğretmeni olmuştu ama İngilizce’yi de bırakmamıştı. “Çalıştığım okulda İngilizce öğretmeni olmadığı zamanlarda İngilizce derslerine girdiğim oldu” deyince pek sevinmiştim. “Özgeciğim, senin sayende babanla tanıştım, otuz yıldır onunla görüşüyorum, senden de bahsediyoruz hep. Öğrenciden veliye geçen bir dostluk bizimkisi,” demiştim…
Bir gün de köşesinde Kayahan hakkında yazmıştı. “Şimdi Kayahan şöhretinin zirvesinde ama ben onun Bursa günlerini de biliyorum. Bir otelde sahne alıyordu o sıralar. Kimsenin bilmediği, tanımadığı biriydi. Bir gece onu dinlemeye gittik, ertesi günü de gazetede iki satır yazdım onun hakkında. İki gün sonra gazeteye geldi, ‘Teşekkür ederim hakkımda yazmışsınız. Benim bestelerim var ama kendimi tanıtamıyorum. Kimse tanımıyor beni. Siz aracılık etseniz de para almadan Kız Lisesi’nde bir konser vermemi sağlasanız, bu tanınmam için bir vesile olur’ demişti. Kız Lisesi’nde konser işini ayarlayamadık ama Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nun bir salonunda ona küçük bir konser verdirmiştik” diye mealen hatırlıyorum o yazıyı.
2017 Mart ayında bir gün As Merkez’de yemekten sonra Simit Sarayı’nın açık bölümünde oturduk çay içtik. Anlattığı iki gazetecilik anısını ilginç bulmuştum. Birincisi şuydu: “Yıllar önce gazetenin magazin servisi olarak insanların nişan, evlenme, mezuniyet gibi önemli günlerinde yolladıkları fotoğrafları koyuyorduk gazeteye. Çok miktarda fotoğraflar gelince fotoğrafların basılması haliyle gecikiyor, birkaç gün sonraya veya haftaya sarkıyordu. Bir nişan fotoğrafını da beş ay sonra koymuşuz gazeteye! Ertesi gün bir telefon geldi. Bir kız sitemkâr ve öfkeli bir şekilde ‘Siz dün beş ay önceki nişan fotoğrafımızı basmışsınız. Beni rezil ettiniz, çünkü biz nişandan bir süre sonra ayrıldık, nişanımız bozuldu. Şimdi beni sanki yeniden nişanlanmak istiyormuş gibi bir pozisyona soktunuz. Buna hakkınız yok’ gibi şeyler söyledi. Kendimi anlatmam, onu ikna etmem mümkün olmadan konuşmamız bitti. Gazetede böyle şeyler oluyor ne yazık ki. Aradan bir ay geçti geçmedi. Bir gün gazeteye genç bir çift geldi. Kız ‘Size teşekkür borçluyuz’ deyince ben genelde eleştiriye uğramaya alışmış biri olarak ‘Neden?’ diye sordum. ‘Çünkü sizin beş ay sonra o fotoğrafı basmanız nasıl olduysa ayrılmış durumdaki bizleri tekrar bir araya getirmek gibi bir işlev gördü ve açıkçası çok da iyi oldu, şimdi mutluyuz’ dedi elindeki çiçeği uzatarak. Bu iyi biten bir anım.
Bir de kötü biten var. O da şu: Bir kız da kedisiyle kendisinin bir fotoğrafını göndermiş, altına da adını yazarak işte ‘…kedisini kürtaj yaptırdı’ diye yazmış. Bizim içkici dizgicimiz bu yazıyı ‘…kendisinin kürtajını yaptırdı’ diye yazmasın mı?.. Dikkatsizlik sonucu fazladan bir n harfinin yaptığına bakar mısın? Haydaa, ertesi gün yine bir kızın öfke ve tehditlerinin havada uçuştuğu bir telefon konuşmasıyla güne başlamaz mıyım? Kız ‘Sizi mahkemeye vereceğim, peşinizi bırakmayacağım, ne hakla mazbut bir aile kızı olan beni böyle rencide edecek bir yazı koyarsınız gazeteye!’ diye çın çın çınlattı ahizeyi. Moralim altüst oldu tabii ama iyi tarafı sonra mahkemeye filan vermedi,” diye anlattı…
Erdal Özdür, hep Bursa Hakimiyet Gazetesi’nde çalışmış, haber peşinde bir hayat sürmüş, Bursa’nın altmış yılı geçen hizmetiyle en duayen gazetecisi…