İlhan Ateş
İlhan Ateş
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Olasılıklar

Köşe Yazısını Dinle

Kimya veya biyolojide bir konu hakkında laboratuvarda onlarca deney yapıp o konunun çeşitli yönlerini inceleyebiliyor, onlar üzerinde değerlendirmeler yapabiliyor, aradaki farkları bulabiliyor, sonuçta aksi ispatlanana kadar bir doğruya ulaşabiliyoruz. Ama sosyal bilimlerde laboratuvar deneyleri yapmak, farkları görmek mümkün değil. Simülasyonlar, anketler, saha çalışmaları yoluyla belli ölçüde çıkarımlar, kestirimler yapılabiliyor ama bunların hiçbiri fen bilimlerindeki kadar net olmuyor.

​2016 Mart ve 2017 Nisan aylarında yurt dışına yaptığım iki gezide karşılaştığım iki olay aradan geçen yıllarda kafamı çok meşgul etti. İlki Singapur’daydı, ikincisi Amerika’da.

Önce ilki: Singapur beş milyon nüfuslu bir şehir devlet, dünyanın en pahalı şehirlerinden biri, finans ve yük taşımacılığı, deniz ve hava ticareti merkezlerinden biri olan çok gelişmiş bir şehir devlet. Ordaki ikinci günümdü. Clarke Quay’de nehirden geçen teknelere, gözalıcı çevreye baktıktan sonra oraya yakın pulculukla ilgili bir müzenin (Philatelic Museum) bahçesinde oturdum. Epeyce yürümüş, yorulmuştum. O sırada biri yaklaştı yanıma, kırk beş yaşlarında, esmer ve tıknazdı, içimden “Hintli olmalı bu” diye düşündüm. Selam verdi, nereden geldiğimi, ne iş yaptığımı, yalnız mı geldiğimi sordu, ben de sorularını yanıtladım. Karşıdaki çok yüksek bloklardan birini göstererek “Biz oradaki ofisimizde parasız öğle yemekleri veriyoruz, buyurun size de yemek verelim!” dedi. Bir saat önce oraya yakın bir alışveriş merkezinde yemek yemiştim. “Teşekkür ederim, aç değilim!” dedim. İnanmamış olmalı ki iki kez daha ısrarlı bir şekilde yemek davetini yineledi. Tabii yine geri çevirdim adamın davetini. Bu kez nereye gideceğimi sordu. Bir iki yer söyledim. “Seni arabamla götüreyim!” dedi. Teşekkür ettim, bir iki kez daha götürme konusunda ısrar etti, ben de ısrarla geri çevirdim isteğini. Adam geldiği gibi geri döndü gitti. Ama ne çok isterdim adamın davetini kabul etseydim nelerle karşılaşacağımı bilmeyi? Adamın tipi kadar ısrarı da kafamda soru işaretleri uyandırmıştı. Acaba sezinlediğim gibi kötü müydü adamın niyeti yoksa yanılıyor muydum? Daveti kabul etmemekle çok şey mi kaçırmıştım?..

​İkinci olay Newark’da geçti. Çok sevdiğim romancı Philip Roth’un bazı romanlarında Newark geçtiği için orasını merak ediyordum. New York’taki son günümde oraya gitmeyi planlamıştım. Kaldığım New Jersey’deki evden pazar günü sabah yedi olmadan çıktım, niyetim önce Newark’a sonra da Hoboken’e gitmekti. Öğlene kadar bu iki yeri görmeyi istiyordum. Öğleden sonra yurda dönüş için havaalanına gidecektim, uçak akşamın erken saatlerinde kalkacaktı. New Jersey Journal Square tren istasyonundan Newark Penn Station arasında biri kısa, öbürü uzun sadece iki durak vardı. Trenden indiğimde saat daha yedi otuz bile değildi, etraf ıssızdı, “inle cin top oynuyor” dedikleri türdendi. Market Street boyunca yürüdüm. Amacım öncelikle kahvaltı edecek bir yer bulmaktı. Ama gerek zamanın erken olması gerekse de Pazar olması dolayısıyla dükkanların çoğu kapalıydı. Merkezde çarşı gibi yerde, meydanda toplanmış insanlar vardı, yaklaştıkça çoğunluğu genç, hepsi zenci adamlar gördüm. Yoksulluğu elli altmış metre mesafeden elle tutulur bir nesneymiş gibi hissettim. “Fazla yaklaşmadan dön geri, kahvaltı yapacak bir yer zor bulursun bu saatte!” diye düşündüm, hemen döndüm. ​

​Yaklaşık sekiz yüz metre mesafedeki istasyona dönerken bu kez karşıdan on altı-yirmi yaş arası sekiz on zenci gencin gelmekte olduğunu gördüm. Etrafta kimseler olmadığı gibi gelen geçen araba da yoktu. Niye saklamalı, ürktüm, korktum. “Belki de bir çete bunlar. Bu güne kadar geldin, iyi gitti çok şey, son gün bir sakatlık çıkmasın? Şimdi bu zenci gençler seni sıkıştırsalar, üstündekileri alsalar ne olacak?” dedi iç sesim. Aramızda yüz elli metre kadar mesafe vardı, hemen karşı kaldırıma geçtim, hızla yürüyerek onlardan uzaklaştım. Penn Station’a yaklaşırken bir tehlikeyi atlatmış olmanın ferahlığını hissettim. Yaşadığım tedirginliğin etkisinden olsa gerek Hoboken’e gitmekten vazgeçtim, onun yerine New Jersey’de dolaştım. Yine Newark’da çete sandığım o zenci gençlerden korkmayıp karşı kaldırıma geçmeseydim ne olurdu? Ya hiç sataşma olmazdı, yoluma devam ederdim ya da onlar beni sıkıştırıp üstümdekileri alabilirler veya beni dövebilirlerdi. Ama böyle şeylerin değişik türlerini durdurarak peşpeşe yaşama şansımız yok. Her insanın hayatında “Öyle değil de şöyle yapsaydım ne olurdu?” diye hatırladığı, hayıflandığı, bilmek istediği olaylar, söylemler, kararlar mutlaka olmuştur…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X