İlhan Ateş
İlhan Ateş
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Satranç

Köşe Yazısını Dinle

1973 Eylül ayı başında kura sonucu Bitlis Lisesi’nde İngilizce öğretmenliğine başladım. Bitlis dağlarla çevrili, ortasından bir dere akan, düzlük alanı az, yeşili çok, o yıllarda nüfusu az küçük bir ildi. Kahvehaneler ve bir sinema dışında gidilecek yeri de yoktu. Bekârdım, diğer bekâr öğretmenlerin çoğu gibi lisenin yatılı okul yurdunda kalmaya başladım. Öğretmenlerin bazıları hafta sonlarını içki içmekle geçiriyordu. Sigara, içki içmeyen biri olarak ortama uyum sağlamam zordu. İki hafta orada kalmak bana “Burada kalmaya devam edemem” dedirtmeye yetti. Ailem bir buçuk saat mesafedeki Muş’ta yaşıyordu. Durumu açıklayınca anneannem “Yavrum, bir ev tut, ben senin yanında dururum, yemeklerini yaparım” dedi. Yatılı okul yurdunun karşısında tek odalı bir ev tuttum, anneannemle orada yaşamaya başladık…

​Okulların açıldığı, sınıfa adımımı attığım ilk gün aynı zamanda Fransızca öğrenmeye başladığım gün oldu. İstanbul’dan getirttiğim İngilizce kaynaklı kitaplarla kendi kendime Fransızca öğrenmeye başladım. Hiç Türkçe kaynak kullanmadan çalışmaya devam ettim. Aynı dil ailesinden geldikleri için kelime benzerliklerinin çokluğu da işimi kolaylaştırdı. Haftalar ve aylar yoğun bir çalışmayla geçti, bir yandan öğretmenliği öte yandan da Fransızcayı öğrenmeye çabalıyordum.

​Benden başka ev tutan iki üç öğretmen daha vardı. Zayıf, uzun boylu, seyrelmiş saçlı, kıdemi benden birkaç yıl daha fazla olduğunu sandığım, adını unuttuğum Almanca öğretmeni de onlardan biriydi. Bazen evine gittiğimde onu yanındaki arkadaşıyla satranç oynarken görürdüm. Güzel çay yapardı, oyun-sohbet-çay derken zaman güzel geçerdi. Satranç bilmiyordum, sorular sorup ilgilendiğimi görünce arkadaşım taşlar hakkında bilgiler vermeye başladı. “Satranç öğrenmesi kolay ama iyi oynaması zor bir oyundur!” dedi, ki o sözü hep aklımda kaldı. Sonraki gidişlerimde onunla oynamaya başladım. Tabii ki hep yeniliyordum. İyi satranç oynamanın kitap takip etmekten geçtiğini öğrenince İstanbul’dan Türkçe ve İngilizce satranç kitapları ısmarladım. Satranç açılış, oyun ortası ve oyun sonu olmak üzere üç alanda bilgi sahibi olmayı gerektiren kitabi bir oyun. Kitaptaki bilgileri evde satranç tahtasından uygulamaya başlayınca Almanca öğretmeni arkadaşımın hiç kitap takip etmeyen biri olduğunu anladım. Ve kısa bir zaman sonra onu kolaylıkla yenmeye başladım…

​1975 yılı Haziran sonunda Bitlis’ten ayrılırken Fransızcamı iki yılda kitap okumaya başlamış, satrancı da bayağı ilerletmiş bir hale getirmiştim. O yılın yaz aylarındaki üç aylık kısa dönem askerlik sonrası tayinim Muş Lisesi’ne çıktı. 1978 Eylül ayına kadar üç yıl öğretmenlik yaptığım Muş’ta satranç oynayacak kişi bulamadım, ara sıra kitaplardan oyunları tahtada uygulamakla yetindim…

​1978-1985 yılları arasında görev yaptığım Tekirdağ’ın ilçesi Hayrabolu da küçük bir yerdi. Orada da öğretmenlerin kahvehane dışında gidecekleri bir yer yoktu. Çoğunlukla okey oynardı arkadaşlarım, kağıt oyunları ve tavla oynayan azdı. Sanırım 1980 askeri darbesinden sonraydı, bir gün satranç takımımı kahvehaneye götürdüm. Bilen iki üç kişi çıkınca onlarla satranç oynadım, satranç takımını da kahvede bıraktım. İlerleyen haftalarda satranca ilgi beklenmedik bir şekilde arttı. Yeni öğrenenlerle sekiz on kişilik bir grup ortaya çıktı. Oyunlar iddialı hale geldikçe masa etrafında giderek bir seyirci kalabalığı oluştu, “Piyonu sürmeye devam et, vezir çıkma şansın var!.. Fil değil at hamlesi yap!” gibi dışarıdan akıl vermeler sıklaşınca oyunda zor durumdaki oyuncu bazen sinirlenir, akıl verenle tartışırdı ama her şeye karşın Hayrabolu’da satranç zaman içinde iyi kök saldı, satranç takımlarının sayısı ikiye üçe çıktı, aynı anda üç masada satranç oynanır hale geldi…

​1985’te Bursa’ya tayinim çıktığında ilk sorduğum yerlerden biri Satranç Derneği idi. Bursa’da iyi satranç oyuncuları vardı, onlarla oynamak, onları seyretmek zevkli olduğu kadar öğreticiydi de. 1993’e kadar o dernekte az zaman geçirmedim, toplam on iki turnuvaya katıldım. Okulda da ders aralarında birkaç arkadaşla satranç oynardık. Sonra bir zaman geldi, kafamda beni bir yıldan uzun süredir meşgul eden, dahası huzursuz kılan bir konuyla yüzleşmem gerekti. “Senin için okuma, yazma, kitaplar birinci önceliği olan şeyler. Yılda on beş-yirmi kitap okuyorsun. Bu hiç iyi bir rakam değil. Bu rakamın otuzdan az olmaması gerekiyor. Satranç eninde sonunda bir oyun, satranç oynayarak kültürün artmıyor, aksine sana zaman kaybettiriyor, kitap zamanından önemli bir parçayı o sahipleniyor. Satrancı bırakmanın zamanı geldi, gör artık bu gerçeği!” Evet, içimdeki ses bunları söylüyordu. Bir sigara tiryakisinin değişik bir sebeple sigarayı bırakması gibi ben de iradi bir kararla bıraktım satrancı ve o günden sonra bir daha satranç tahtasına elim gitmedi, satranca giden zamanı okumaya, yazmaya ekledim, içimdeki huzurluğu giderdim, bunun sevincini hissettim…

​Aradan otuz yıl geçti, 2023 Ağustos ayında bir gün telefonum çaldı. Arayan İstanbul’da yaşayan Nurdoğan Oto adlı Bitlisli bir iş adamıydı. Bitlis Lisesi’nden öğrencimdi Nurdoğan Oto, çalışkan, parlak bir öğrenciydi, hayata atılınca da başarısını sürdürdü, önemli şirketlerde çalıştı, sonra kendi şirketini kurdu. Hoşbeşten sonra “Hocam, siz bize satrancı sevdirmiştiniz, sizden aldığım ilhamla bugün Bitlis’te yurt içinden 300 oyuncunun katılacağı bir satranç turnuvası başlattık. Yaptığım konuşmada sizden de bahsettim, çok sağ olun!” dedi. Sevindim duyduklarıma ama açıkçası sevinmeden daha çok “Ben bu övgüyü hak ediyor muyum?” diye düşünmekten kendimi alamadım. “Nurdoğan Oto’nun benim Bitlis’te Almanca öğretmeniyle satranç oynamamdan haberi var mıydı? Bunu ona söylemiş miydim, sınıfta veya dışarıda ona satrançtan bahsetmiş miydim?” gibi düşünceler geldi aklıma, net bir yanıt veremedim. Sadece “Belki de ona satrançtan bahsettim, sınıfta bu konuda herhalde bir iki kelime ettim, hatta emim değilim ama onunla satranç da oynadım. Aradan elli iki yıl geçtiği için bunları unutmuş olabilirim yoksa niye Nurdoğan Oto bunları söylesin ki” diye de düşündüm…

​Bu yıl Nisan ayında yine Nurdoğan Oto aradı. “Hocam, bu yıl Bitlis’te üçüncü kez Satranç Turnuvası düzenliyoruz, ayrıca bu yıl turnuvamız uluslararası bir turnuva olacak, yabancı satranç oyuncuları da katılacak. Sizi de misafirimiz olarak on günlüğüne Bitlis’e götürelim, gelir misiniz?” diye sordu, teşekkür ettim, şimdiden kesin bir şey söyleyemeyeceğimi belirttim. “Olsun, ben yine sizi Ağustos başında ararım” dedi…

​Şu sıralar turnuva devam ediyor, bu sıcaklarda Bitlis’e gitmeyi gözüm kesmedi. Nurdoğan Oto’yu Bitlis’te satrancı yaygınlaştırdığı ve turnuvayı geleneksel hale getirme yolunda mesafe katettiği için yürekten kutluyor, katılımcılara başarılar diliyorum…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X