İlhan Ateş
İlhan Ateş
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Tek başına

Köşe Yazısını Dinle

Öğretmenlerin belleğinde bazı öğrenciler sağlam bir yer edinirler, hiç unutulmazlar. Kimi çalışkanlığıyla, kimi sanatçı yönüyle, kimi keskin dikkatiyle, kimi karakteriyle, kimi de başka özellikleriyle olumlu izler bırakırken kimileri de olumsuz özellikleriyle hatırlanırlar. Bu olumlu ve olumsuz özellikler dışında ikisine de girmeyen özellikleriyle hatırladığım bazı öğrenciler de yok değil. Bunlardan biri Hayrabolu’da okuttuğum bir öğrenci. 1978’de Tekirdağ’ın 13 bin nüfuslu bu ilçesine geldiğimde bu öğrenci ortaokul ikinci sınıftaydı. Orta sırada arkalarda otururdu. Batan güneşin renk değişimleri yaptığı sınıfta çelimsiz bir çocuk parmağını sağa sola sallayarak ve sıraya abanarak sorduğum sorulara yanıt vermek için resmen didinirdi. Önce onun bu tarzı ve kırmızı kravatı dikkatimi çekmişti. Ama cevap vermesi için ona işaret ettiğimde verdiği yanıtlarsa hep yanlış olurdu. Yine de moralini hiç bozmaz, yeni bir soruda parmağını sağa sola sallamaya devam ederdi. O yıl sınıfını geçemedi, ertesi yıl da başarısız olunca belge alarak okuldan ayrıldı…

Eski sınıf arkadaşları Lise 3’e başladıkları yıl onu tekrar okulda görmeye başladım. Belgeliler için girdiği sınavda başarılı olmuş, orta üçe geçmişti. Okuldan uzak kaldığı sürede onu çok az görmüştüm. Şimdi uzamış, çelimsiz hali gitmişti ama eski hareketli, coşkulu tarzı yoktu. Durgun ve içe kapanıktı, okul bahçesinde düşünceli bir şekilde kendi başına yürüyor, yabancı biri gibi diğer öğrencilere bakıyordu. Yeni sınıf arkadaşları onun için yaşça küçüktüler. Eski sınıf arkadaşlarıysa sanki onu hiç tanımıyormuş gibiydiler. Değişen çok şey varken değişmeyen biricik şey kırmızı kravatıydı. Okul bahçesinde toplanan yaklaşık bin öğrenci içinde kırmızı kravat takan tek öğrenci oydu.  Onun yanız ve düşünceli hali beni ona çeken bir etki yarattı. Ders aralarında onunla bahçede yürümeye, bir iki tur atmaya başladım. Gördüm ki konuştukça düşünceli yüz gidiyor, yerine rahatlamış bir yüz geliyordu. Kimsenin onunla konuşmadığı bir ortamda gösterdiğim ilgi onu pek memnun ediyordu. Dahası bu ilgi yavaş yavaş diğer öğrenciler üzerinde de etkisini gösterdi ve onların ona karşı davranışlarını olumlu yönde değiştirdi. Öğrencim artık konuşulacak, bahçede yanında yürünecek ve nadiren de olsa şaka yapılacak bir kişi durumuna geldi. Sonunda çoğu kişi onu adıyla değil “kırmızı kravatlı çocuk veya kırmızı kravat” diye çağırır oldu.  Böylelikle onun dönem başındaki “bir ada gibi yalnız” olma hali de bitti…

Öğrencim bir gün bana babasının yakın bir köyde çalıştığını, kendisinin de okul çıkışında bir köftecide çalışıp eve biraz para götürdüğünü anlattı. Bir başka gün de babasıyla annesinin hep kavgalı olduklarını söyledi. Bir gün:

“Seni durgun, düşünceli yapan o evdeki kavgalar mı?” diye sordum.

“Evet” dedi dudaklarını ısırarak. Ben de:

“Ailelerde tartışma, sürtüşme yaygındır, olağandır. Bu tartışma ve kavgaların ötesinde seni rahatsız eden bir şey mi var, varsa ne?” diye üsteledim.

“Aldatma, kıskançlık gibi şeyler” dedi fazla konuşmak istemedi. Sonra “Abimle ben arada kaldık. Abim annemi, bense babamı tutuyorum. Kavgaları komşular da duyuyor, dedikodular oluyor, bu da sorumlu benmişim gibi beni rahatsız ediyor. Bazen başımı alıp buradan gideyim diyorum” diye ekledi. Ona başını alıp gitmenin bir çare olmadığını, öncelikle derslerine odaklanmasını, okulu bitirmesini söyledim, başka tavsiyelerde bulundum. Sözlerim ve tavsiyelerim çoğunlukla etkili olmuyordu. Böyle durumlarda onun ayaklarını sürüyerek sınıfa doğru yürümesini hüzünlü izliyordum. Ama az da olsa onu rahatlatmayı başardığım anlar da vardı, bunu onun gözlerinden ve gittikçe sıklaşan onay anlamındaki baş sallamalarından çıkarıyordum. O anlarda gözlerindeki keder kayboluyor, onun yerini şükran dolu bakışlar alıyor, “Haklısınız öğretmenim, doğru söylüyorsunuz!” diyordu…

Dersine giren öğretmenlerin onun hakkındaki düşünceleri “sessiz ve efendi bir öğrenci, ah biraz da çalışsa!” gibi cümlelerden ibaretti. Birkaç yıl okuldan uzak kalmak onu okuldan, derslerden soğutmuştu. Dahası o okula bir şeyler öğrenmek için değil sanki sıkıntısını unutmak için geliyordu! Onun ilkokulda da bir yıl kaybettiğini bana bir gün kırışmış bir fotoğrafı gösterdiği zaman öğrenmiştim:

“Öğretmenim bakın, ben Seda ile aynı sınıftaydım. O şimdi üniversite öğrencisi bense hâlâ ortaokuldayım. Benden üç dört yaş küçüklerle aynı sınıfta olmak beni sıkıyor” demişti fotoğrafı gösterirken. Bir başkasının çok daha erken söylemiş olacağı bu sözler onun ağzından çıktığında ikinci dönemin de sonu yaklaşıyordu. O anda gömleğinin kırışıklığı ve kırmızı kravatındaki yağlanmanın fazlalaşması gözüme battı. Annesinin onun temizliğiyle ilgilenmediğini düşündüm, üzüldüm.

“Yarın da mı bu kırmızı kravatı takacak? Keşke kravatını değiştirse” düşüncesi zaten çoktandır kafamdaydı ama değişim hiç gerçekleşmemiş, renk aynı kalmıştı. Başlangıçta açık kırmızı olan kravat köftecide çalışırken belki de ete, yağa değmenin sonucu kirlenmiş, renk biraz değişmişti. Daha fazla dayanamadım:

“Sana yarın bir lacivert kravat getireceğim. Artık bunu takma, çok kirlenmiş!” dedim…

“Tamam öğretmenim. Yalnız bir isteğim var sizden. Herkes benden “kırmızı kravat” diye bahsediyor. Sizinle bir fotoğraf çektirelim mi? Çünkü sizi sevdiğim kadar kırmızı kravatımı da seviyorum. O fotoğrafın bir anı olmasını istiyorum. Ve kırmızı kravatımı hep saklayacak, ilerde evlenir de bir oğlum olursa ortaokula başladığında bir iki defa da ona taktıracağım. Onun benimle oğlum arasında bir köprü olmasını istiyorum.” Nitekim ertesi gün öyle bir fotoğraf çektirmiştik…

Yaz tatili başladığında öğrencim yine sınıfta kalmış, öğrencilik yaşamı da bitmişti. Sonraki yıllarda onu sadece köfteci dükkanında görüyordum. Kalbinde bir hile hurdanın olmadığı bu genç evinden ayrılmış, bir arkadaşıyla ayrı ev tutmuştu. O nedenle kafası daha rahat, morali daha iyiydi. Bazen dükkânda oturur, çay içer, sohbet ederdik.

Günler, haftalar, aylar geçti. Bir gün nöbetçi öğrenci ders bitiminde bana bir ziyaretçim olduğunu söyledi. İşaret ettiği yere gittiğimde yüzü ayva tüyü kıllarla kaplı öğrencim Çetin’i gördüm karşımda:

“Öğretmenim askere gidiyorum, sizinle vedalaşmaya geldim” dedi. Yüzünde askerliği en iyi şekilde yapacağını gösteren bir kendine güvenmişlik gördüm. Kucaklaştıktan sonra yüzündeki o ifadeden aldığım ilhamla:

“Eminim çok iyi bir asker olacaksın. İnşallah sonunda sağ salim dönersin. Bana yaz, ben de sana yazarım!” dedim…

Sınıfa girdiğinde aklımdan kırmızı kravatlı öğrencimle ilgili resimler, anlatımlar geçti. Nedense içimi bir hüzün kapladı ve kendini bir tuhaf hissettim. Çok geçmeden benim tayinim de başka bir yere çıktı ve sonra da ondan başka bir haber alamadım. Ne yaptı ne etti, hayatını daha iyi bir düzene koyabildi mi bilmiyorum. Ama belleğimde o hep var …

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X