İlhan Ateş
İlhan Ateş
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Ters köşe

Köşe Yazısını Dinle

1980’li yılların ikinci yarısında bir yaz günü. Öğleden sonra Ulu Cami’nin doğu kapısına yakın deri ceketler satan dükkanların önünde bir bankta oturmuş, etrafa, gelen geçenlere bakarken uzakta tuhaf el kol hareketleri yapan bir kadın dikkatimi çekti. Çevresinde toplanan birkaç kişiye bir şeyler anlatıyordu. Az sonra yorgun ve sinirli bir şekilde geldi, bankta yanıma oturdu! Gümüşî saçlı, boylu poslu, hantal, dişleri epey eksik, altmışlarda bir kadındı. Üstünde her renkten papatyalarla dolu kavuniçi bir bluz, kahverengi bir etek, siyah bir çanta vardı. Bir süre çaktırmamaya çalışarak yan gözle ona baktım. Yüz hatları ve bakışları bende “Acaba aklî dengesinde bir noksanlık mı var?” sorusunu aklıma getirdi.

“Afedersiniz, merakımı bağışlayın, bir şey mi oldu?” diye sordum.

Sinirinden soluyan kadın döndü, eliyle Çınar Izgara’yı göstererek:

“Mehmetçik, Mehmetçik, ona yapılır mı bu! Daha dün 30 Ağustos törenlerinde alkışlaya alkışlaya ellerim şişti, gözlerim yaşardı, içim dışım Mehmetçik oldu. Bu vatanı bize kazandıran, en ön saflarda çarpışan onlar!” dedi.

“Ne oldu ki?” diye sordum. Az şaşırmamıştım.

“Esmer, kara bir subay Çınar Izgara’nın önünde tuttu bir beyaz eri, ‘Niye yaka düğmeni iliklemedin?.. Niye selam vermedin?’ diye önce iteklemeye, pasaja sokunca da tartaklamaya başladı. Yavrum asker nasıl masum, ‘Komutanım, fark edemedim sizi, kalabalık olunca farkedilmiyor!’ gibi şeyler söylemeye çalıştı ama kara subay o kadar hoyrat ki, o kalabalığın içinde askere iki de tokat attı. Önce tepki göstermeyen halk bunun üzerine homurdanmaya, subayı yuhalamaya başladı. Ben gittim yanına ‘Benim akrabam general, alırım yaka numaranı, ona şikâyet ederim!’ dedim, hiç sesini çıkaramadı, hızla çekip gitti. Oradaki bir esnaf askeri dükkanına aldı, çay söyledi, teselli etmeye çalıştı” dedi.

“Hem subay hem de er ilerde bugünü kendi açılarından farklı bir şekilde hatırlarlar artık. Er, yediği tokat yanında halktan gördüğü desteği, subaysa karşılaştığı tepkiyi asla unutamaz!” dedim.

“Çok etkilendim, milliyetçiyimdir ben, belki de coşkunluğuma geldi de subayın davranışı karşısında öyle kötü oldum. Zaten Mehmetçik doğu ve güneydoğuda Stalin’in izinden gidenlerle savaş içinde!” dedi. Bir süre konuşmadık. İçimde onu daha fazla tanıma isteği vardı. Ne sorayım diye düşünürken o:

“Hayatın olduğu gibi insanların da bir matematiği var!” dedi. Bu cümle beni bocalattı.

“Matematik vurgusu yaptınız. Seviyorsunuz galiba matematiği?” diye sordum bocaladığım şeyi anlama çabasıyla.

“Tabii ki seviyorum. Çünkü matematik bilimlerin tacıdır, çünkü matematik rakamlarla iş görür. Rakamlar kesindir, rakamlar inandırıcıdır, rakamlar enternasyonaldir, rakamlarda tahrifat yapamazsınız. Matematiğin dili dünyanın her tarafında aynıdır. Einstein bir Alman yahudisiydi, uzayı rakamlara sığdırmak istedi ama başaramadı, çünkü uzay sonsuz.” Bunları söylerken yüzünde bir çocuk saflığı, bir çocuk masumiyeti görür gibi oldum.

“Benim de aksine matematik lisede en zorlandığım dersti. İkmale bile kaldım. Matematik dersinde iyi olanlara her zaman gıpta etmişimdir. Edebiyatla aranız nasıl, roman da okur musunuz?”

“Roman okuyacak yaşı gerilerde bıraktım. Süslenme, bir bakış, bir söz, bir buket çiçek gençlikte çok şey ifade eder ama yaş ilerledikçe hayat mücadelesi insanın omuzlarına çöker, roman okumaya zaman kalmaz. Ama şiiri severim, güzel konuşanları dikkatle dinlerim. Bir öğretmenimiz vardı ‘İncelin, öyle incelin ki bu oturuş kalkışınıza, sözlerinize hatta giyinişinize yansısın! Moda olanı değil, kendinize yakışanı giyin, çünkü moda her an değişen bir şeydir!’ derdi. Kısacası kültürlü insanları takdir ederim” dedi.

“Hayata derin bakıyorsunuz. İnsanları da iyi tanıdığınızı düşünür müsünüz? Hani derler ya insan sarrafı gibi.”

“Hayır, hayır. İnsanları tanımak zor. Doğada ne ekersen onu biçersin ama bu insanlar için her zaman geçerli değil. Siz elinizden geleni yaparsınız ama karşılığında hüsrana uğrayabilirsiniz.”

Kadın banka oturup konuşmaya başladıktan sonra her geçen dakika ilgimi daha çok çekmeyi başarmıştı. Anlattığı konularda dile son derece hâkim, düzgün konuşan, sözcük ve kavram sıkıntısı çekmeyen, bir yerde adeta kendi çapında bir filozof vardı karşımda. Sözün kısası, onun karşısında şaşkınlık ve hayranlık bulamacı bir duygunun etkisi altındaydım. Söz ve düşünceleriyle beni ters köşeye yatırdığını söylemem yanlış olmazdı. Kadın, tokat yiyen eri unutmuş, tamamen sakinleşmiş, dahası her soruma verdiği yanıtlarla rahatlamış, moral bulmuştu. Şimdi konusunda uzman bir insanın “Ne sorarsanız sorun, hadi bekliyorum!” diyen güveni içindeydi. Bunu hissedince:

“Memuriyet filan yaptınız mı?” diye sordum.

“Bankacıydım. Bankacılık da matematikle, rakamlarla doludur. 12 Eylül askeri darbesinden iki gün sonra emekli oldum. Doktor olacakken bankacı oldum.”

“Nasıl yani?”

“Tıp üçten ayrıldım. Yeniden sınava girdim, iktisatı kazandım, onu bitirdim, bankacı oldum.”

“Niye ayrıldınız, gerçekten merak ettim?”

“Kan… ölü… kesmek… dikmek bana göre değildi. Onun için bıraktım okulu.”

“Eviniz var mı?”

“Dört katlı bir apartmanım var.”

“Nerde?”

“Setbaşı civarında. Yirmi yıl önce banka kredisiyle yaptırmıştım. Ekonomi konusunda bilgim iyidir, paranın nasıl kullanılması gerektiğini, hangi tür yatırımın battal olduğunu bilirim” dedi. Daha ne sorayım diye düşünürken “Ben kalkayım artık!” diyerek ayaklandı, yavaş adımlarla kalabalığa karıştı…

Arkasından hayranlıkla bakarken “Görünüşe aldanma, en başta ne düşünüyordun, şimdi ne düşünüyorsun, işte sana övgüye değer bilinçli bir kadın!” diye mırıldandım…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X