İlhan Ateş
İlhan Ateş
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Yüzleşme

Köşe Yazısını Dinle

Hayatı tarif etme, tanımlama adına kurulan çok çeşitli cümleler arasında “Hayat bir problem çözme oyunudur” diye söyleneni çok tutarım. Gerçekten istisnasız hepimiz önemli önemsiz, küçük büyük bir dizi sorunla karşılaşmışızdır, karşılaşıyoruz ve karşılaşacağız da. Tabii ki herkes kendi sorunlarına farklı yaklaşıyor. Kimisi sorunları görmezden gelmeyi, yokmuş gibi davranmayı seçiyor, kimisi görse de onları çözmek adına harekete geçmek yerine ötelemeyi, ertelemeyi tercih ediyor, kimisi de sorunları hiç geciktirmeden çözmek için gereken adımları atıyor. Kuşkusuz sorun çözmede en önemli hususlardan biri sorunlarla yüzleşme hevesine, cesaretine sahip olmaktan geçiyor. Çözülmeyen, ötelenen, ertelenen sorunlar yok olmuyor ama birikip belli bir noktaya geldikten sonra bunlar kişileri olsun, kurumları olsun çok zorlamaya başlıyor, bunalımlar, patlamalar ortaya çıkıyor. Sağlık sorunları, ekonomik yıkım, aile birliğinin bozulması sorun çözememenin getirdiği sonuçlardan bazıları. Aşağıda bir sınıfta ortaya çıkan soruna yaklaşımın bir örneği var.

Bursa Çelebi Mehmet Süper Lisesi’nde bir hazırlık sınıfı, yıl doksanların ikinci yarısı. Bir gün sınıf başkanı Erhan yanıma geldi. Sıkıntılı, üzgün halini hemen farkettim. Ne olduğunu sordum.

“Tülay, Ezgi ve İrem beni şikayet ettiler size, değil mi öğretmenim? Bana çok yükleniyorlar ve gördüğüm kadarıyla da hiç kimse beni sevmiyor. Bu durumda sınıf başkanlığına devam etmem ne derece doğruolur?” dedi Erhan. Yüzünde iyi uyuyamamış, zihnen yorgun insanlara özgü bir hava vardı ve zayıf bedeni bende bir an için ona kaldıramayacağı kadar ağır bir yük vermişiz hissi uyandırdı…

Gerçekten de bahsettiği üç kız öğrenci dün bahçede gezinirken yanıma gelmişler ve onun hakkında çeşitli şikayetlerde bulunmuşlardı. Yorum yapmadan onları dinlemiş, konuyu Erhan ile konuşacağımı söylemiştim. İşin gerçeği, sınıf başkanı olarak Erhan’dan çok memnundum ve açıkçası kızların sözleri beni şaşırtmış, dahası inanmakta zorluk çekmiştim…

“Bu konuyu derste açmamı ister misin Erhan? Önce bir tartışalım istersen. Bakalım arkadaşların ne diyorlar? Zaten son sıralarda senin sıkıntılı olduğunu görüyordum ama bunun sınıf içi bir nedenden kaynaklandığını düşünmemiştim. Eğer dediğin gibi kimse senden memnun değilse seni zorlamam, bırakırsın” dedim elimi omzuna atarak.

“Bir tartışma ortamı yaratabilir misiniz? Başkanlığı bırakmadan önce kendimi savunmak istiyorum da” dedi Erhan haklılığına inanan bir insan edasıyla.

“Tamam, merak etme, dersi bu konuya ayıracağım.”

Kırk öğrenciden oluşan Hazırlık A sınıfına girdiğimde sınıfta alışılanın ötesinde gergin bir havanın esmekte olduğunu fark ettim. Defteri imzaladıktan sonra ayağa kalktım ve ders yapmayacağımızı, bunun yerine sınıf içi bir konuyu tartışacağımızı söyledim. Bu beklenen bir şey olmalı ki kimse şaşırmadı.

“Sınıf başkanı ile bazı kız öğrenciler arasında sorunlar var. Onları dışarıda toplayıp konuşabilirdim ama bunu yapmayacağım, istiyorum ki bu konu sizlerin önünde tartışılsın. Çünkü sizler de bu konunun tarafları arasındasınız. Önce ilgili kişileri dinleyeceğiz, sonra sizler de görüşlerinizi çekinmeden söylersiniz.”

Kapı yanındaki duvarın yanına geçtim ve Erhan’ı masanın önüne çağırdım. Erhan yerinden kalkıp masaya doğru yürürken dikkatimi en çok yüzünün solgun hali çekti. Önce bana, sonra da sınıfa bakarak konuşmaya başladığında sesi titriyordu:

“Sınıf başkanı olarak zaman zaman bazı uyarılar yapmam gerekiyor. Bu uyarılarımdan memnun olmayanlar var, bunu biliyorum ve normal karşılıyorum. Ama normal karşılamadığım ve asla karşılayamayacağım şeyler şahsıma yönelik kötü sözler. Örneğin Tülay bana edep dışı sıfatlar yakıştırıyor. O tür sıfatları kağıda yazıp sağa sola gösteriyor. Ben öyle biri değilim. Tepkimi gösterince ‘Erhan kötü’ oluyor, ne yapayım yani, cevap vermeyeyim mi? İrem ve Ezgi ikilisi bana ‘dağ ayısı’ diyorlar. Ne yapayım yani, bir karşılık vermeyerek ‘dağ ayısı’ olmayı kabulleneyim mi? Bir arkadaşı yerine geçmesi, yavaş sesle konuşması için uyarıyorum. Bana ‘Konuşan sadece ben miyim?’ diye dikleniyor. Ne yapayım yani, bir başkan olarak üstüme düşeni yapmayayım mı?” dedi sesini yükselterek. Sınıfın değişik taraflarına bakarak sorduğu sorulara bir yanıt bekler gibi durdu bir süre. Ama derin bir sessizliğe gömülmüş sınıftan ses çıkmadı. Yeniden konuşmaya başladığında bu defa sesi titremiyordu: “Öyle sanıyorum ki kimse beni sevmiyor. Bir güven eksikliği var gibi. Bana güvenilmeyen bir yerde görev yapmak istemem.”

Bana bakıp konuşmasını bitirdiği anlamında ellerini oynatınca Erhan’a teşekkür ettim ve yerine oturmasını işaret ettim. Sırasına dönerken solgun yüzüne renk geldiği ve rahatlamış olduğu açıkça fark ediliyordu. Öğrencilerin bakışları bu kez benim üstümdeydi. Kapının yanından masaya geçtim. Ciddi bir ses tonuyla:

“Erhan konuştu, kendisini savundu, neden rahatsız olduğunu söyledi. Şimdi bir de adını verdiği kişileri dinleyelim. Onlar ne diyorlar bu söylenenlere?” dedim ve bekledim. Önce kimin konuşmak isteyeceğini merak ediyordum. Az sonra pencere kenarında oturan Tülay’ın parmak kaldırdığını gördüm. Beyaz tenli, kıvırcık saçlı ve güzelliğinden daha çok ince tavırlarıyla dikkatimi çeken Tülay’ın böyle bir tartışmanın taraflarından biri olması dünden beri kafamı az meşgul etmiyordu. Bu nedenle söyleyeceklerini çok merak ediyordum. Ona masaya gelmesine gerek olmadığını, oturduğu yerden konuşabileceğini söyledim. Ayağa kalkarak:

“Boş geçen bir derste kağıda yazıp arkadaşlarıma gösterdiğim yazı bir dizideki oyuncuyla ilgiliydi. O anlarda orta sıradaki Müjgan ile bunu tartışıyorduk ve sesimiz biraz yüksek çıkınca Erhan bizi ikaz etti. Canım sıkıldı ikazına, o ruh hali içinde ben de alaylı bir şekilde karşılık verdim. Sonra yanımıza geldi Erhan ve kağıttaki yazının kendisiyle mi ilgili olduğunu sordu. Ben öyle olmadığı halde sinirimden evet dedim. Bunun üzerine Erhan da bana edep dışı bir söz söyledi. Çok üzüldüm ve sinirlendim, o durumda bir süre daha tartıştık. Bir başkan sınıf arkadaşına karşı öyle bir söz söyler mi?” dedi Tülay titreyen bir sesle. Konuşmasına devam etmek istedi ama ağlamaklı bir hale gelince daha fazla konuşamadı ve oturdu.

Sınıfı bir kez daha derin bir sessizlik kapladı. Ben objektif bir değerlendirme için geri planda kalmayı, araya girip konuşarak onları belli bir doğrultuda söz söylemeye yönlendirmekten kaçınmayı, onun yerine olabildiğince çok öğrencinin görüş belirtmesini istiyor, kısaca tarafsız kalmam gerektiğini düşünüyordum. Jest ve mimiklerimle “Siz ne diyorsunuz?” anlamında sınıfın değişik taraflarına doğru bakışlar attım. Ardından :

“Evet Tülay’ın sözlerini dinlediniz. Başka konuşmak isteyen yok mu?” diye sordum.

Hafif toplu ve saçlarını çoğunlukla iki yanda örgü yapan Esma arka sıradan parmak kaldırdı ve sol elini kendine özgü hareketlerle sevimli bir şekilde sallayarak konuşmaya başladı:

“Ben Erhan’a çok yüklenildiği kanaatindeyim. O özür dilemesini de bilen biri. Sonra hiç yoktan bizi kırmıyor, bir sebebi oluyor. Geçenlerde bir gün biz de onunla kavga ettik. Kavga ettiğimiz dersin bitiminde geldi, hatalı olduğunu kabul ederek bizden özür diledi. Ondan önce de bir sorunumuz vardı, onu çözmek için kaç defa idareye gitti geldi. Sonra çoğu zaman teneffüslerde bile dışarı çıkmıyor, sınıfla ilgileniyor. Böyle biri Erhan. Yalnız bunları Tülay’ı suçlamak için söylemiyorum.”

Esma’nın konuşmasından sonra sınıfta mırıldanmalar arttı. Ben bunu başka öğrencilerin de konuşmak için aralarında danışmalarına yordum. Çok geçmeden tüm derslerde başarılı olan, üstelik kafası da iyi çalışan Ayça’nın parmak kaldırması beni heyecanlandırdı, çünkü bir tartışma konusu oldu mu kimsenin aklına gelmeyen orijinal düşünceler hep ondan çıkardı ve bu nedenle onun söyleyecekleri bir turnusol kağıdı işlevi görebilirdi. Benim gibi diğer öğrenciler de ilgiyle ona doğru bakışlarını yönelttiler. Cildi pürüzlü ve sınıf arkadaşlarından sanki bir iki yaş büyükmüş gibi bir görünüme sahip Ayça sınıfın her tarafını işaret ederek:

“Buradaki öğrencilerin hepsi seviye olarak birbirine yakın, yani çalışkan kişiler. Dolayısıyla bir düz lise sınıfında görmeye alıştığımız türden büyük farklar yok bizler arasında. Durum böyle olunca herkes kendini büyük görüyor, kendisine laf söylenilmesinden hoşlanmıyor, söylenince haliyle alınganlık gösteriyor. Ama sınıf başkanı da görevini yapmak zorunda. Bizden bir üstünlüğü yok ama sınıf başkanı o. Örneğin idare sınıfla ilgili bir problem olunca onu çağırıyor. Bu nedenle onu dinlememiz gerekiyor. Erhan’a haksızlık yapmayalım, o haddini biliyor” dedi.

Ön sırada oturan ufak tefek, narin yapılı Zerrin’in parmak kaldırması ondan hiç ummadığım bir şeydi ve bu tabii benim için sürpriz oldu, çünkü o çok az konuşan biri olarak bilinirdi sınıfta.

“Bence Erhan yanlış tanıtılıyor. O öncelikle bizi uyarmayı hedefliyor. Ama sabrı taştıktan sonra ne yapsın? ‘Dağ ayısı’ nitelemesini hiç hak etmeyen, aksine kibar bir arkadaşımız Erhan. Bilmiyorum o nitelemeyi yapan arkadaşlarımız sonra ondan özür dilediler mi?” dedi Zerrin kararlı bir ses tonuyla. Zerrin’in arkasında oturan Mehmet elini çırpıp “bravo!” deyince diğer öğrencilerin bakışı bir anda onun üstünde toplandı. Bunu fark edince Mehmet kızardı ve bir an için utanır gibi bir tavır takındı.

Bu sözler üzerine öğrencilerin bakışları en arkada oturan İrem ve Ezgi ikilisine çevrildi. Birden bu bakışları üzerlerinde hissetmekten rahatsız olan bu ikili kısa bir an birbirlerine baktılar, aralarında bir şey konuştular. Sonra İrem kalktı, mavi gözlerini kırpıştırarak heyecanlı bir ses tonuyla:

“Bakıyorum da arkadaşlar hafif bir dışlanma karşısında Erhan’ı savunuyorlar. Ben ve Ezgi de daha önce dışlanmıştık. Kimse bize sahip çıkmamıştı ama. Şimdi merak ediyorum, sınıf bu konuda ne düşünüyor?” diye adeta hesap sorarcasına bir süre bakışlarını sınıfın üstünde gezdirdi.

Bu soruya yanıt yan sırada oturan Ayşe’den geldi:

“İrem, kusura bakma ama sizin sınıfla kaynaşma diye bir çabanız yok ki. ‘Herkes bize uysun!’ diye düşünüyorsunuz. Yani siz ikiniz şu an sınıftaki otuz sekiz öğrenciye karşısınız. Konunun bir de bu yönünü düşünün. Sonra ben de Zerrin gibi soruyorum, siz ‘dağ ayısı’ nitelemesi için Erhan’dan özür dilediniz mi?”

İrem, hesap sorar gibi yüzüne bakan Ayşe’ye döndüğünde kaşları çatık ve bakışları öfke doluydu:

“Hayır, dilemedik ama biz de kendimize göre haklı olduğumuzu düşünüyoruz. Durduk yere söylenmiş bir söz değildi o. Hiçbir şey tek taraflı değil” dedi sonlara doğru çatlayan bir ses tonuyla. Oturduğunda kimseden onları destekleyen bir cümle duyamamanın gücenikliği içinde olduğu yüzünden net bir şekilde okunuyordu…

Gerçekten de Ayşe’nin dediği gibi Ezgi-İrem ikilisi çok farklı karakterde öğrencilerdi, sınıftan kopuktular, deyim yerindeyse bir ada yalnızlığındaydılar ve şu ana kadar da bu durumlarından şikayetçi değillerdi, aksine bundan gurur duyuyorlarmış gibi görünürlerdi. Bu tavırları son sıralarda belirgin bir şekilde dikkatimi çekiyor ve beni bir hayli rahatsız ediyordu. Kimseden destek görmemeleri belki de bu tavırlarının bir bedeliydi.

“Başka konuşmak isteyen var mı?” diye sordum sınıftaki sessizlik uzayınca. İki öğrencinin parmak kaldırdığını gördüm. Önce al yanaklı ve yüzünde hep bir ışıltı olan Yurdagül’e söz verdim:

“Erhan ‘Sanıyorum sınıfta kimse beni sevmiyor’ diye bir cümle kullandı. Ben öyle düşünmüyorum, aksine onu sevmeyen azdır. Çoğunluk onu seviyor, bundan eminim. Ondan şikayeti olanlar biraz kendilerine bakmalılar.”

Söz alan dört kız öğrencinin kız arkadaşlarını değil de sınıf başkanını savunur bir şekilde konuşmaları dikkatimden kaçmadı. Öğrenciler konuşurken gözlerim Erhan’a takıldığında onu hep kafasını önüne eğmiş, renk vermeden konuşmaları dinliyor bir durumda görüyordum. Ama Osman konuşmaya başladığında kafasını kaldırdı ve yan gözle onu dinlemeye koyuldu. Kısa boylu Osman mizahi yönü de olan bir öğrenciydi:

“Sene başında benim gözüm, ne yalan söyleyeyim, Erhan’ı hiç tutmamıştı. Onu bizim geçen yılki sınıf başkanımız olan ve şimdi Hazırlık B’de okuyan Özgür’e benzetmiştim. O çok kırıcıydı. Ama ilerleyen haftalarda Erhan’ın Özgür’e hiç benzemediğini gördüm. Yakından tanıdıkça Erhan’ı daha çok seviyorsunuz. Kendini sevdirtiyor, ısındırtıyor size” dedi Osman ve konuşması bazı öğrencileri güldürdü. Gülenler arasında Erhan de vardı.

Zilin çalma zamanının yaklaştığını duvardaki saatten fark edince masama geçtim. Öğrencilerin gözleri bendeydi, ne söyleyeceğimi merak ettikleri belliydi.

“Çocuklar, sınıf içi bir sorun vardı. Bunu ele aldık. Gördüğünüz gibi bana bir iş düşmedi. Sizlerin konuyu irdeleyiş ve yorumlayış tarzınızı ilgiyle dinledim. Sanırım Erhan’ın kafasındaki bazı soru işaretleri ortadan kalkmıştır. Görüyorum ki Erhan sınıftan güvenoyu aldı. Önceden böyle bir desteğe sahip olduğunu muhtemelen o da tahmin etmiyordu. Sizi etkilememek için başta fikrimi söylemedim ama şimdi söylememde bir sakınca yok. Erhan benim şimdiye kadar gördüğüm en iyi üç başkandan biri. Biz bir aileyiz, ailede bazen sorunlar olur. Bizde de vardı, onu tartıştık. Gördüm ki ağızdan kaçan bazı sözlerden dolayı bir kırgınlık ortaya çıkmış. Kullanılan o sıfatlarla söz konusu kişilerin uzaktan yakından bir ilgisi yok. Şimdi ilgili kişilerden bir ricam var.  Gelin buraya, birbirinizden özür dileyin. Aranızda yeni bir sayfa açın. Bu sınıf kırgınlıkların sürmesini hak etmiyor.”

Sözlerimi bitirmemin ardından sınıf yeniden derin bir sessizliğe gömüldü. Tülay’dan çok İrem ve Ezgi’nin nasıl bir tavır alacaklarını doğrusu çok merak ediyordum. Sınıfı olduğu gibi isteğime olumsuz yanıt vererek beni de umursamadıklarını gösterebilirlerdi ve buna çok da şaşırmazdım. Aslında onların bu kendilerine aşırı güvenen, diğerlerine aldırmayan tavırlarını bazen takdir etmiyor da değildim. “Doğru bildiğin yolda tek başına kalsan da gitmeye devam et ” sözü benim çok tuttuğum bir sözdü ve bu ikili bir yerde şöyle veya böyle bu sözün temsilcileri durumundaydılar.

Bakışlar ilgili kişilerin üstüne doğru çevrilince önce Erhan kalktı yerinden ve hızlı adımlarla tahtaya yürüdü. Yüzünde başlardaki solgun ve gergin ifade yoktu aksine yumuşamış yüz hatları “Ben barış çubuğunu yakmaya hazırım” diyen sinyaller veriyordu. Ve tahtada fazla beklemesi gerekmedi Erhan’ın. Az sonra Tülay kalktı yerinden ve tahtaya doğru yürümeye başladı. Bu yürüyüşe öğrencilerin sevinç ve coşku belirten jest ve sözleri eşlik etti. Önce birbirlerinden özür dilediler, sonra tokalaştılar, ardından da yanaktan öpüştüler. Sınıftan bir anda müthiş bir alkış koptu. Tülay yerine dönünce bir kez daha sessizlik sınıfı kapladı. Çok geçmeden bu kez Ezgi ve İrem yerlerinden kalktılar ve tahtaya geldiler. Bunu isteyerek mi yaptılar yoksa sınıfta oluşan atmosfere karşı gelmeye cesaret mi edemediler onu bilemeyeceğim. Ama onlar da Erhan ile birbirlerinden özür dilediler, tokalaştılar ve yanaktan öpüştüler. Sınıftan bir kez daha müthiş bir alkış koptu. Bu alkışlarını bitişik sınıflardan duyulduğunu ve öğrencilerin kafalarında “Orada neler oluyor?” sorusu belirdiğini gayet iyi tahmin edebiliyordum.

Ders zili çaldığında ders başındaki gerginliğin ve öğrenciler arasındaki kırgınlığın ortadan kalkmış olması öğrenciler gibi beni de mutlu etti…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X