İhsan Fazlıoğlu, ‘düşünebilmek için önce olmak zorunludur; bu nedenle bu ülkede yeni bir düşünce, ancak ve ancak yeni bir öznenin kıvamını bulmasına, bir anlam varlığı olarak öznenin yeniden inşasına bağlıdır” der.
İttihâd, 1908’den bu yana bir birlik yaratma değil basitleştirmenin adıdır: Önce Balkanlar, sonra Araplar, sonra Birinci Dünya Savaşı, sonra, sonra… Gittikçe bölen, ayrıştıran, tek biçimleştiren… Ve düştükçe düşen bilgi seviyesi. Tek biçimli düşünmek, çaresizliğin bir ifadesidir, yani bilgisizliğin… Terakkiye gelince, zihniyet derinliği bakımından geçmişinden geri kalan bir kültürün avuntusundan başka bir şey değildir: Yıkıcı, bölücü, yadsıyıcı, tarihe ve insana saygısız…
Yalnızca siyasi, iktisadi ve dini örgütlenmelerini ahenkli hale getirebilmiş toplumlar, uzun soluklu yaşayabilirler. Bu ahengi tesis etmeyi başaramayan toplumlar kendi içlerinde önce kutuplaşır sonra da çatışırlar.
Bir kuşağın içinde yaşadığı sorunlar için geliştirilen çözümler, bir sonraki kuşak için ilkeler halini alır. Sonraki kuşak, yeni karşılaşılan sorunları çözmek için yalnızca yeni çözümler üretmekle değil, bir önceki kuşağın ilkeler halini almış çözümleriyle de uğraşmak zorunda kalır. Çünkü bir önceki çözümler, o çözümler üzerinden toplumun ürettiği artı- değeri kontrol eden sınıflar yaratır; her sınıf işlevsiz kalsa da hâkimiyetini meşrulaştıran ilkeleri, çözüm olduklarından değil, kimlik haline geldik- lerinden ısrarla savunmaya devam eder.
Hem birey, hem tür olarak insanı merkeze almayan siyasi, iktisadi ya da dini hiçbir sistem adaleti sağlayamaz; adâlet sağlanamayan yere de barış uğramaz. Günümüzde adâlet ve barış kavramları çerçevesinde dile getirilen tüm söylemler ya bir devletin ya da sınıfın veyahut ideolojik bir öbeğin çıkarları etrafında şekillenmektedir; bu nedenle varlıkları başkalarının yokluğu üzerinden kurgulanmıştır. Kendi varlığını başkasının yokluğu üzerinden kurgulayan her türlü sistem yıkıcı olmak zorundadır.
Benlik sahibi her düşünür şunu kabul etmek zorundadır: Yazıyla kayıtlı insanlık tarihinde insani durum iyiye değil kötüye gitmektedir. XXI. yüzyıl, bazı insanlar için daha iyidir; insanlık için değil! Bu gerçeği görmeksizin farklı kültürlere mensup aydınların insanlık üzerine edebiyatı, bazı insanların sahip olduğu nimetlerden en azından psikojojik açıdan yaralanmalarıyla ilgilidir. Söz üzerinden kurulan aidiyet kişileri rahatlatmakta, daha yüksek kabul edilen bir kültüre mensubiyet duymak vicdanları tatmin etmektedir. Çünkü hiç kimse en nihayetinde beyazlar karşısında Kızılderilileri tutmaz; zayıflara layık görülen sadece acımadır.
Türk aydınının Batı taraftarlığı, sorunu idrak ettiği için değil; hem sorundan kaçmak hem de kendine acıyan Batılı aydının tavrını kendi halkına yansıtarak yukarıya doğru ezilen vicdanını aşağıya doğru tatmin etmek içindir.
Ne sarık, ne fes, ne şapka… Eşeklik baki kaldığı sürece semerin bir anlamı yok! Akıl özürlü toplumlar, semerleri ne olursa olsun akıllı toplumların eşeği olmaya mahkûmdurlar. Düşüncenin yerine konulan herhangi bir ürün ötekiler aleyhine yadsıyıcı hatta yıkıcı olur.
Bilimin de, dinin de, felsefenin de, sanatın da ölçüsü ve sınırı insandır.
Kitap önerisi: İ.Fazlıoğlu. Kendini Aramak. Papersense Yay.