Mevlâna, Hz. Musa’nın kendi halinde ve kendince Allah’la konuşan bir çobana rastlamasıyla başlayan hikayeyi şöyle kurgular:
Hz. Musa bir gün bir çobana rastladı. Çoban şöyle seslenip duruyordu: Ey kerem sahibi Tanrı! Nerdesin ki sana kul, kurban olayım. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım. Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım. Ulu Tanrı, sana süt ikram edeyim. Elceğinizi öpeyim, ayacağını ovayım… Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün nağmelerim… heyheylerim senin yâdınladır Tanrım!”
Çoban işte bu çeşit saçma sapan şeyler söyleyip duruyordu. Musa, “Sen kiminle konuşuyorsun?” diye sordu. Çoban, “bizi yaratan, işte bu yeri göğü halk eden Tanrı’yla…” diye cevap verince, Musa şöyle dedi: “Vah vah, sen sersemleşmişsin. Daha Müslüman olmadan kâfir oldun. Bu ne saçma söz, bu ne küfür! Ağzına pamuk tıka… Küfrünün pis kokusu dünyayı sardı. Küfrün din kumaşını yıprattı. Çarık, dolak dolak ancak sana yaraşır. Tanrı’nın her şeye kâdir, her hususta adil olduğunu biliyorsun, nasıl oluyor da bu tür hezeyanlar ve küstahlıklara cüret ediyorsun? Sen bu sözleri kime söylüyorsun? Amcana, dayına mı? İlâhi sıfatlarda cisim sahibi olmak ve ihtiyaç sahibi olmak gibi bir şey var mı?”
Çoban bunca kınama ve paylama üzerine, “ Ya Musa, ağzımı bağladın, pişmanlıktan canımı yaktın” dedi, ardından elbisesini yırtıp yana yana bir ah çekti ve başını alıp çöle doğru çekip gitti. Derken, Tanrı katından Musa’ya şöyle bir vahiy geldi: “ Kulumuzu bizden ayırdın. Sen savuşturmaya mı geldin yoksa ayırmaya mı? Ben herkese bir huy, herkese bir çeşit ıstılah verdim. Ona özgü olan söz, sana yergidir. Yani ona göre bal, sana göre zehirdir… Hintlilere Hintlilerin sözleri medihtir, Sintlilere Sintlilerin. Onların tesbih ve tenzihleriyle ben münezzeh ve mukaddes olmam. Biz dile söze bekmeyız; kalbe ve hale bakarız. Gönül huşu içindeyse o gönüle bakarız, isterse sözünde zül ve inkiyâd olmasın…
Hikayede geçen çobanın Allah tasavvurunu, Prof.Dr. Mustafa Öztürk şöyle açıklıyor: Sayısız kaynakta geçen, “ Kulum beni nasıl biliyor ve tasavvur ediyorsa, ben öyleyimdir” şeklindeki “kutsi” hadis dikkate alındığında,… Asıl mesele, Allah’ın isim ve sıfatlarıyla ilgili nassları kendi zihnimizde ya da kalbimizde nasıl bir tasavvur kalıbına döktüğümüz meselesinden öte, kendisine iman ve teslimiyet sözü verdiğimiz Allah’ın buyruklarına sadakat gösterip göstermediğimiz, dolayısıyla kendimizi adam edip etmediğimiz meselesidir.
Hoca hikayeden önce şu açıklamayı yapıyor:, Bu hikaye Allah tasavvuru konusunda anlatmaya çalıştığımız düşünceyi, yani bir mümin ihlas ve şükran duygusuyla Allah’a bağlandıktan sonra, kendi mahrem dünyasında O’nun isim ve sıfatlarını nasıl algıladığı meselesinin dini- ahlaki yaşantısının kıvamı açısından pek ehemmiyet arz etmediği düşüncesini çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.
Mustafa Öztürk. Karar Yazıları III. Ankara okulu yay.