1957-60 yılları arası birkaç kerpiç evlerden oluşan mahalle kurulmuş oldu. Kerpiç evler yapılırken biz çocuklar o hummalı çalışmayı seyrederdik. Toprak kazılır bir öbek yapılır sonra ortası açılır kovalarla taşınan su açılan orta yere dökülür, küreklerle karıştırarak ve ayaklarla çiğneyerek toprak su ile karıştırılır çamur haline getirilir sonra tahtadan yapılmış olan kalıplara çamur konur. Bir zaman sonra kalıplar çekilir yaş kerpiç oluğu yerde kurutulmaya bırakılır.Kuruduktan sonra boş bir yere toplanır açılan boşluğa yeniden kalıplar dizilir ve yenileri yapılır. Neredeyse ailenin bütün fertleri çalışırdı.
Bu işlem bir hafta devam ederdi. Kerpiçler kuruyunca temelin üzerine duvarlar çıkmaya başlardı. Evler genelde iki oda bir antreden ibaretti. Ne kadar süre içinde yapıldığını hatırlamıyorum ama bir ayı rahat bulurdu.
Bizim ev yapılmış içine girmiştik. O yaz üç komşumuz daha olmuştu. O yazı da, çıkarılan topraklar, yapılan kerpiçler ve dikilen evleri seyrederek geçirdik. O küçük kerpiç evler ne kadar sağlıklı evlerdi. Kışın sıcak, yazın serin olurlardı.
Artık mahalle kurulmuştu. Her evde tavuk muhakkak bulunurdu. Yeri ve imkanı iyi olanların inekleri olurdu. Horozların ötüşü, tavukların gıdaklaması ortalığı çınlatırdı. Yaz ayları başka bir güzel olurdu.Bu aylarda en büyük sıkıntımız kara sineklerdi. Milyonlarca kara sinek. Sofra kurulur yemeğe oturduğumuzda bir elimizle devamlı sinek kovardık. Sonraları sinekten korunmak için yeni bir keşif bulduk. Sofra kurulunca sofraya yarım veya bir metre mesafeye sinek ilacı koyulan iki geniş tepsi konurdu. Yemek yiyip sofradan kalkıncaya kadar bu tepsiler ölü sinekle dolardı.
Elektrik, su, yol yoktu. Suyu her evin bahçesinde bulunan emme basma tulumbadan karşılar, gaz lambasıyla ışık temin ederdik. Geceleri zifiri karanlık ve ölüm sessizliği kaplardı. Sadece havlayan köpeklerin sesi duyulur bu ses bende garip bir sakinlik ve huzur sağlardı. Kim bilir belki de bütün çocuklarda hatta büyüklerde aynısı olurdu.
Bu yıllarda esas ağır sıkıntıyı çeken büyüklerimizdi. İş yok, tanıdık yok, para pul yok. Buraya ciddi paralarla gelen olduğu gibi, parasız gelenler de var. Benim ailem Üsküp’teki yerlerini satamadan gelmişler.Getirdikleri parayla 280 metre yer almış ve içine kerpiçten küçük bir ev yapabilmişti. Aslında o tarihte beş bin lira eden bir buzdolabı getirmişler ancak sattıkları ve tanımadıkları kişiden parayı alamamışlar ve hiç alamadılar.O devirde beş bin lira büyük para. Kayhan civarında beş yüz metre arsa üzerine bina edilmiş iki katlı bir ev satın alabiliyormuşsun.
İşsiz geçen üç dört yıl. Babama nasıl geçindik diye sormuştum yıllar sonra. Verdiği cevap bana çok ilginç gelmişti. Şunu dedi; “Buraya göç ederken senin kollarında beş tane Nacar saat vardı. İşte o saatleri satarak işsiz geçen yılları kimseye muhtaç olmadan geçirdik” demişti .
Biz çocuklar hiçbir şeyin farkında değildik. Yoksulluğun, zorluğun, mahrumiyetin ne anlama geldiğini bilmiyorduk. Var olan bizi mutlu ediyordu çünkü daha iyisini görmemiş, duymamıştık. Bütün gün neredeyse hiçbir aracın geçmediği sakin, toprak yollarda oynuyor koşturuyorduk. Bizim için bundan daha iyisi yoktu.
Su paparası, mısır unundan yapılan çorba paparası, nadir de olsa kesilen bir tavuktan yapılan kapama en leziz yemeklerdi. Misafir geldiğinde muhakkak bir tatlı olurdu ve bize düşeni iştahla yerdik. O tarihlerde Üsküp’ten misafir eksik olmazdı. Zavallı annem neler çekti?