Biz çocuklar mahallede büyüklerimizden çekinirdik ama Selam Amca’da çok korkardık. Neden korktuğumuzu bilmiyorduk. Selam Amca mahallenin kurulduğu araziyi Kazım Bey’den almıştı. Biz Kazım Bey’i hiç görmedik. Konuşulanlara göre Selam amca beş buçuk hektarlık bu çiftliğin pazarlığını yapmış parasını vermiş. Çiftliği teslim almaya gelince Kazım Bey satmaktan vazgeçtiğini, karısı çiftliğin kendisine ait olduğunu söylemişler. Parayı harcadıkları için iade edemiyorlarmış.
Selam Amca bakmış olmuyor avukata gitmiş durumu anlatmış. Avukat Abdülkadir Ayti o dönem Bursa’nın sayılır ünlü avukatıymış. Avukat bu işi çözeceğini, karşılığında bir adet buzdolabı alacağını söylemiş ve anlaşmışlar. Gerçekten de avukat çok kısa bir süre içinde tapunun Selam Amca’ya verilmesini sağlamış.
Selam Amca’nın okuma yazması yoktu ancak çok atılgan riski seven başaramayacağı iş yoktur inancını bütün mahalleye kabul ettirmişti. Nitekim kimin resmi bir daireyle işi varsa Selam Amca’ya müracaat ederdi. Selam Amca biz çocukların gözünde ulaşılamayacak kadar büyüktü. Ama sevmeyenleri de vardı. Kardeşlerinden biri ve akrabaları sevmezlerdi çünkü, onlara sattığı parseller içinde hazine arazisi bulunuyormuş. Zamanla kendi parsellerindeki hazine arazisini hazineden satın alanlar oldu ama bugün dahi ecrimisil ödeyenler var,kimileri de hazineye terk etti.
Selam Amca’nın Mehmet Ali adında marangoz tek oğlu vardı. Sabırsız, hoyrat, yarını hiç düşünmez biri. Alkole de alışmıştı. Mahallenin en büyük evi Selam Amca’nın çiftlik eviydi.Ev mahallenin tam ortasında ve evin balkonundan bütün mahalleyi görmek mümkündü. Evin alt katında kiler, oturma odası, Ahır, samanlık, üst katında çok geniş bir salon ve odalar vardı. Salonun ön bahçeye açılan kapısından ahşap bir balkona çıkılır ve Selam Amca son demlerini bu balkonda öksürerek geçirmiştir.
Selam Amca bizim için çok ilginç biriydi. Duyduklarımıza göre Üsküp’te devlet kooperatifini dolandıran çetenin içindeymiş, yakalanmaktan kıl payı kurtulmuş. Öyle ki Türkiye’ye gelmek üzere bindiği tren Yunan sınırına girince Yugoslav polisi Üsküp’teki evine tutuklamak için gitmişler ve Türkiye’ye göç ettiğini o esnada öğrenmişler. Tren birkaç saat geç hareket etseymiş tutuklanıp idamla yargılanacakmış. Selam Amca’nın Yugoslavya’da da güçlü dostları olduğunu duymuştuk. Kurtuluşu belki buna bağlıydı.
Bursa’ya yerleştikten birkaç yıl sonra Valilikten izinli olarak bir define kazısında görüyoruz Selam Amca’yı. Hacivat köprüsü civarında tuttuğu birkaç ameleye kazı yaptırıyor. Günlerce çalıştırıyor ama hazineyi bulamıyorlar.Yıllar sonra Hacivat köprüsü yapılırken hazine bulunmuş. Gazetelerin yazdığına göre iş makinesi çalışırken otuz dört içi altın dolu teneke bulunmuş. Söylenene bakılırsa hazineye üç buçuk metre bir mesafeye kadar yaklaşmış Selam Amca, oraya amele yerine bir iş makinesiyle gitseymiş hazineyi bulacakmış. İyi de Selam Amca bu hazinenin yerini nasıl ve kimden öğrenmiş? Yine ortalıkta dolaşan rivayete göre, bir yunan subayı krokisini de çizerek vermiş, krokideki çınar ağaçlarını tek tek anlatmış, altınları gömdüğü yerin hangi çınara yakın düştüğünü söylemiş. Yunan subayı, Eskişehir’den çekilirlerken altınları askerlerine buraya gömdürmüş. Selam Amca’nın bu subayla nasıl tanıştığı da ayrı bir muamma. Bugün Selam Amca’nın çiftlik evinden ve güzel bahçesinden eser kalmadı. Oğlu harcadıkça sattı, sattıkça harcadı. Bir atasözü var ya! “ hayırlı evlada mal ne lazım, hayırsız evlada mal ne lazım?” Bu gerçek dünya durdukça hükmünü sürdürecektir.
ilk yorumu sen yap