Tanzimat, tarihimizin kırılma noktalarından biridir. Tanzimatla beraber Batı ile yüz yüze geldik. Avrupa’ya öğrenci göndermeye, birçok ülkede büyükelçilikler açmaya başladık. Aydınlarımız Avrupa’ya gidip gelmeye başladı.
Aydınlarımız, öğrencilerimiz Avrupa’da gördükleri düzenli şehirler, muhteşem binalar, cadde ve sokakların düzenli, tertipli ve temizliği karşısında fazlasıyla etkilenmişti.
Bizim sanayimiz, teknolojimiz, modern eğitim sistemimiz yoktu. İnsanlarımız tembelleşmiş, miskinleşmişti… Eşraf faziletini kaybetmiş, Ortaçağ Avrupa’sının feodal derebeylerinin zihniyetine benzemeye başlamıştı… Nüfusun % 90’ı köylerde kırsalda yaşıyordu. Okul yok, yol yok, hastane yok.
O dönemde bütün bu olumsuzlukların tek nedeni “Yönetim Sistemi” olarak görülüyordu. Bir zamanlar bizim bu halimizde olan Avrupalılar bugün sahip oldukları bugün sahip oldukları yönetim sistemi sayesinde bizi kat be kat geçmiş, refah içindeydi.
Batılıların Jön Türkler gençler ve aydınlar 1865’te Paris’te “Yeni Osmanlılar” cemiyetini kurdular. Cemiyetin amaç ve hedefleri şöyleydi: Ülkenin yönetim sistemi Meşrutiyet olacaktır. Bu sistemde Padişah kalacak, ancak bir de meclis olacaktır. Yürütme görevi padişahtan alınacak, bu meclisten oluşacak bir hükümet tarafından yürütülecektir. Ayrıca her etnik grup da( parlamenter sistem yoluyla) yani azınlıklar da böylece yönetimde güçleri oranında temsil edilecektir. Kuvvetler ayrılığı( yasama, yürütme ve yargı gerçekleştirilecek böylece milli irade bir şahsın, zümrenin veya grubun tekeline girmekten kurtulacaktır.
Jön Türkler böyle inanıyordu. Bu sağlanırsa Avrupa gibi modern, kalkınmış bir ülke olacaktık. Artık herkesin kafasında ve dilinde iki kelime yerleşmişti; Siyasal sistemde reform, Meşruti idare!… Kısaca Meşrutiyet!…
Bu çıkışa Batı ülkelerinden cemiyete destekler gelmeye başlamıştı. Gerek Avrupa’dan gelen destek, yönlendirme, gerek İstanbul’daki bürokrasi ve aydınların durumu ve siyasi ortam oldukça müsaitti. İş sadece Padişah’la konuşmaya kalmıştı.
Padişah Sultan Abdülaziz’le konuşuldu, bir sonuç alınamadı. Tek çare Padişah’ın ortadan kaldırılmasıydı ve buna karar verildi, gereken de yapıldı. Abdülaziz bir darbeyle devrildi ve katledildi. Bu konuyu tarihçiler hala tartışırlar; cinayet mi intihar mı? Diye. Bu olay tarafsız ve derinlemesine incelenirse, bal gibi cinayet olduğu görülür.
Saraya hakim olan darbeci taifesi Abdülaziz sonrası Sultan Murad’la bu işin yürümeyeceğini anlayınca pazarlık sonucu İkinci Abdülhamid’i tahta geçirdiler. Alel acele yasal altyapı hazırlanmadan seçimlerle ilgili geçici geçici bir düzenleme yapılarak 1876’nın sonlarına doğru ilk seçimler gerçekleştirildi.
Abdülhamd’e de darbe yapıldı. Bundan sonra darbelerin ardı arkası kesilmedi. 1960 Darbesi, 1971 muhtırası, 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 Postmodern darbe, Ak Partiye verilen Nisan muhtırası, 17-25 Aralık- Gezi Olayları, Mit Tır’ları, 15 Temmuz darbe girişimi..
Bunlar olmasaydı ne olurdu? En azından bugün milli gelirimiz kişi başına 25-30 bin dolar olurdu.