Avatar
Olay Gazetesi

Köprü-1

Afrika’da çalışan bir antropolog yerli kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir. Ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşanın ödülü o meyveleri yemek olacaktır. Onlara “Hadi şimdi başlayın. Birinci olan alacak” dediğinde o an bütün çocuklar el ele tutuşarak koşmaya başlarlar. Ağacın altına beraber varırlar. Ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda ise “Biz UBUNTU yaptık. Eğer yarışsaydık yarışı kazanan bir kişi olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül meyveyi yiyebilir. Oysa ubuntu yaparak meyveleri hepimiz yedik. Sonra da ubuntunun anlamını antropoloğa anlattılar. Ubuntu: Ben biz olduğumuz zaman benimdir . 

Hep söylenir durur, uzun bir periyottan beri hatta kapitalizme kendimizi entegre ettiğimizden  itibaren kazanmanın dayanılmaz hafifliğini yaşayın. Başarmak ve kazanmak toplumun da mottası oldu. Buraya ulaşana kadar da aradaki süreçler çok önemli değildir. Hani derler ya fırtınalarla nasıl boğuştuğumuz değil, gemiyi limana getirdiğimiz sonucu belirler diye… Bu limana gelene kadar; nerden, nasıl, hangi metodlarla yardım aldığımız, verdiğimiz zayiat çok da mühim değildir. Ama geldiğimiz kırılma noktasında ötekiler kaybederken kazandığımızı düşünmek  asıl bize tuzak kuruyor… Çünkü işbirliğinden bahsederken dahi kurgu karşıdakinin kaybetme ivmesi   bizim kazanma ivmemizle orantılıdır formülüne dayandırılmıyor mu? Bu anlayış bütün sosyal ve ekonomi yapılanmalarında dahi karşımıza çıkıveriyor.  

Vahşi kapitalizm Amerika’dan yola çıktığında hepimizin gözüne tüm albenisiyle çok çekici ve cazip görünmüştü. Tüketim çılgınlığının da neresi ürkütücüydü ki? Geçen yıllar hepimize buzdağının görünmeyen tarafını da  yansıtmaya başladı. Kültürel kodları dikkate alınmadan dayatılan kapitalizm ortalığı allak bullak etmeye başladı. Bizim gibi kültürel zenginliği çok derin olan toplumlarda ekonomi ve sosyolojiyi hep birlikte düşünmek gerekiyor, bunu anladık. Ticari kültürümüzün tarihinde bir Ahilik, Bektaşilik, Mevlevilik gibi değerleri barındırırken bize fast food çözümler gösteren vahşi kapitalizm kendi rengini bir yere kadar saklayabildi… Sektörde haksız rekabete gidilerek tüm paydaşlarını, işbirlikçilerini yok sayarak yaşamak kurumları da insanlar gibi yalnızlığa itiverdi… Karşıdakini yüze sıfır sayma işte bu patolojinin yan tesiriydi. Kaybet- kazan anlayışı kaybedeni olmalı ki sen kazanmalısın düşüncesinin ilkelliği bizim ekonomimizde de kalibrasyonu bozdu. 

Ekosistemin dengesi bozulunca sektörel seleksiyon başladı. Kur farkı ve oynaklığı da bu denkleme dahil olunca küresel piyasalarda rekabet gücümüz azalıverdi. Amerikan iş yapış şekliyle hepimiz heyecanlandık ve bildik iş yapış şeklini hiç düşünmeden tedavülden kaldırdık. Kendi kültürümüzün getirdiği  iş ahlakı ve etiğini de fazla önemli bulmadık belki de…

Geçtiğimiz haftalarda katıldığım bir toplantıda “biz nerede hata yaptık” diye söze  başlayan  konuşmacıyı dinlerken çorap söküğü gibi aklıma vahşi kapitalizm ve geleneksel yapımız  geliverdi. Her ne kadar artık ekonomide sınırların kalktığından bahsetsek de bizim yok sayamayacağımız geleneksel yaşamımıza entegre olmuş bir piyasa dinamiklerimiz vardır. Biz bu anlayışı terzi işi yapmadan kabullendiğimizde bize uymadı…  

Ülkenin cari açığı gibi kurumlarda da girdilerin uzağında bir maliyet / fiyat dengesizliği yaşanmaya başladı. 

Vahşi kapitalizmin unuttuğu en önemli argüman insan faktörü bizim en önemli değerimizdi!  

Bizim gibi duygusal odaklı toplumlarda,  toplumsal güven endeksiyle ekonomi ivmesi doğru orantılıdır. Tatmin eşiğini sadece matematiksel değerlere endekslediğimizde  kontrolsüz tüketimin de önüne geçilemiyor. 

Oysa  bu akımın başında borçlanan kurum ve kişilerin daha çok çalışıp katkı koyacağı hesaplanmıştı. Gelir-gider dengesizliği insanların yaşamlarını etkilediğinde bunun tesirlerinin de öyle basit olamayacağını anlıyoruz… 

Bizim gibi henüz tam bağımsız sayılamayan ekonomilerde  girişimci ve kurumların en çok zorlandığı husus; önümüzdeki denklemde birden fazla bilinmeyenin hep olduğu, her şeyin dinamik olduğu hiçbir şey yüzde yüz sonuçlanmış görünmeyecektir… 

Küçük kızım ilkokul birinci sınıftayken aslında çok da özgür bir ülke sayılamayacağımızı söylediğinde öğretmeni çok şaşırmış. Alara’ya ne demek istediğini yeniden sormuş: Bizimki de hiç istifini bozmadan “Aynı bizim evde ablamla benim durumum gibi yani  kimseye ihtiyacı olmadan kendi parası olduğunda aslında özgür sayılır” demiş 

Bizim makro ekonomik düzende de yabancı yatırımcıyla cari açığımıza çözüm bulacağımız  görünüyor. Şu anki perspektifte de Doğu’daki olaylar ve dış algımız bu sürecin kolay olmadığını gösteriyor.. Yabancının parasına gereksinimimiz varsa  bunun için gerekli koşullara da önem vermek gerekiyor. Yanlış anlamayın; bardağın boş kısmı var ama bütünü teşkil etmiyor. Sanıyorum 2016 yılında ekonomik algılarımızda da kamusal ve özel olmak üzere yeniden yapılanmaya gereksinimimiz var. 

Şayet geçmiş yılların konfor alanından çıkmak istemeyip halının altına attığımız sorunları saklamaya devam edersek  ekonomideki karbon/ oksijen dengesi iyice bozulacaktır… 

Omuz omuza parçalanmadan, sağduyuyla tüm kurum ve kişilerin  bu denklemin çözüm kümesine kafa yorması elzem görünüyor… (Haftaya devamı)

Keyifli pazarlar …

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X