Beyin felci geçirmenin sonucundaki bu spastik hastalıkta beyin ile vücuda giden sinyallerin tam olmaması nedeniyle kişide istem dışı hareketler ortaya çıkar. Konuşurken kasılırlar, kekelerler, yüzleri çeşitli ifadelere bürünür. Bu nedenle onları tanımayan kişiler tarafından zihinsel engelli olarak görülürler. Bu büyük bir yanılgıdır, onlar çoğunlukla normal zekaya sahiptirler…
Benim de Bursa Çelebi Mehmet Lisesi’nde iki yıl (1991 ve 1992) okuttuğum spastik engelli bir öğrencim vardı. Matematik şubesinde okuyan, sınıfta arka sırada oturan bu öğrencim azimli ve gayretliydi. Derse katılımını sağlama çabama ilgisiz kalmaz, sorduğum sorulara bazen yanlış, bazen doğru yanıtlar verir, verdiği her doğru yanıt onu mutlu eder, bana bal gibi tatlı bakışlarla bakardı. “Onun kadar tatlı bakan bir öğrencim pek olmadı” dersem bu büyük ölçüde doğrudur.
Sınıf da iyi, problemsiz olunca derse hiç gerilmeden, rahat girerdim. Ama bir gün sınıfta değişik bir havayla karşılaştım. İlk dikkatimi çeken genelde saygılı, sakin olan kızların gergin, kızgın, tepkili halleriydi. Sanki galeyana gelmiş gibiydiler. Erkeklerde de benzer bir durum söz konusuydu. Önce erkeklerle kızlar arasında bir sorun çıktığını sandım. Yoklama almadan önce “Bir şey mi oldu?” diye sordum. Kapı yanında oturan zeki, saygılı ve çalışkan kız öğrenci kalktı, kızarmış bir yüzle:
“Önceki derste öğretmenimiz arkadaşımızı aşağılayacak tarzda konuştu, bağırdı ona. O tarz konuşmaya bağırmaya hakkı yok! Sıra arkadaşı onu savununca öğretmen ona da kızdı, biz de tepki gösterdik ama arkadaşımızı ağlattı, o çok sevdiğimiz bir arkadaşımız!” dedi. Kastettiği spastik engelli öğrenciydi, kız öğrencinin işaret ettiği tarafa baktığımda onun ağlamış, ıslak yüzünü gördüm. Sonra bir iki öğrenci daha konuştu, ardından spastik öğrencinin yanına gittim, onu teselli etmek için bir kaç cümle söyledim ama beni de etkisi altına alan isyan duygusu nedeniyle doğru dürüst anlatamadım kendimi. Kınanan öğretmen branşında iyiydi ama dilin sosyal kullanımından pek haberi yoktu, söz ve davranışlarının başka sınıflardaki iki üç öğrencinin de tepkisine neden olduğunu duymuştum. Kız öğrenciler başta olmak üzere diğerlerinin spastik engelli öğrenciyi sahiplenmeleri, onu savunmaları, tepki göstermeleri çok hoşuma gitti, bunu belirttim, onları övdüm. Dersin geri kalanı sohbet havası içinde geçti, spastik engelli ve diğerleri sakinleştiler. Bu olaydan sonra spastik öğrencim bana daha çok açılmaya başladı, deneme ve şiirler yazdığını söyledi, yazdıklarını bana verdi. Deneme türündeki yazısında şunları yazmıştı:
“…Kuşların yeni yeni geldiği, güneşin yeni yeni ısıttığı 1973 yılının on yedi Mayıs’ında doğmuşum. Daha dünyanın ne olduğunu bilmemişim ki alınyazım olan bu hastalığı geçirmişim. Allah’ın takdiri böyleymiş diyelim ve devam edelim. Beş yaşıma kadar yerlerde sürünmüşüm. Yine kötü şans beni bırakmamış, abimle oynarken bisikletten düşmüş, hastanede bir hafta yatmıştım. Ailem çok üstüme düşmüş, İstanbul’da ve Bursa’da gitmediğimiz doktor kalmamıştı. Hayatımın dikenli yoluna hiç ayrılmamak üzere böyle başladım ve sekiz yaşımdayken ilkokula şartlı olarak alındım. Engelli olduğumdan dolayı geri zekalı olduğumu sanıyorlar ve her sene Milli Eğitim’den birkaç kişi gelip beni sınav yapıyorlardı. Baktılar, ‘Bu çocuğun zekası yerinde!’ dediler ve dördüncü seneden sonra gelmediler. İlkokulu başarı ile bitirmiştim. Engelli oluşum beni çok alıngan, her şeye çabuk kızan biri yapmıştı. Ne zaman kendi başıma bir yere çıksam, yoldaki çocuklar benden korkuyorlar, benimle alay ediyorlardı. Hatta büyükler bile okul kıyafeti ile görmedikleri zaman deliymişim gibi bakıyorlardı. Okul kıyafeti ile gördükleri zamansa acıyıp ‘Vah zavallı çocuk!’ diyorlardı. Önceleri bu olaylar çok gücüme gidiyordu ama zamanla alıştım. Benim en kızdığım olay kötü gözle bakıp acımalarıydı…
Ortaokulu da bitirmiştim. Hala dikenli yollarda dikenler batıyordu, bu da beni kahrediyordu. Bütün derdimi, kimseyle konuşamayınca içime atmak zorunda kalıyordum. Liseye başladığım yıl kendimden emin olarak okuyordum. Çok zor olduğunu anladım, gene de okudum. Benim yaşımdaki herkes bir kızla çıkıyordu, ben de deneyeyim dedim. Başladım denemeye ve kurbanlık koyun gibi seçtim bir tanesini, arkadaşlık teklif ettim. Kız beni görünce kaçıyordu. Ben bunu bir arkadaşıma sordum, ‘Senden bu kız çok korkuyor!’ dedi arkadaşım. Bir daha denemeye kalktım, az daha sopa yiyordum, bundan sonra kimseye sevdiğim kızı söylemeyecektim. Lise biri zorla da olsa bitirdim. Allahıma çok şükür, bu güne getirdi ya! Okula almasaydılar mecburi olarak ya evde günlerimi sayacaktım ya da geri zekalılar okuluna gidecektim. Çok istediğim birkaç şey arasında düzgün çocuklar gibi askere gitmeyi, vatani görevimi yapmayı isterim. Ama bu hayalim hiçbir zaman gerçekleşmeyecek, bu yüzden çok üzülüyorum. Bütün arkadaşlarımı çok seviyorum, beni engelli olmama rağmen aralarına aldılar. Öğretmenlerimi de çok seviyorum, onlar da beni, böyle oluşuma bakmadan okutuyorlar. Gelecekte ne olacağını bilmiyorum.”
Sonra bir gün de sevdiği kız için yazdıklarını ve onunla ilgili şiiri verdi:
“…Bu yazımı rahatlamak için yazıyorum. Sana açılamadığımdan içim içimi yiyor, kahroluyorum. Kendi durumumu biliyorum, sen kim ben kim? Sen eli yüzü düzgün, güzel bir genç kızsın ama ben kendimi korumaktan aciz özürlü bir gencim. Aramızda dağlar kadar fark var ama bu farkı bir de kalbime anlatabilsem! Kalbime söz geçiremediğim için seni sevmekten alamıyorum kendimi…
Her bir gonca gül olur bana sakın yanma sen
Yıllar sonra aşkımız küllenecek sanma sen
Kalbim nasıl attı bak anar anmaz adını
Yıllar sonra aşkımız küllenecek sanma sen
Gördüğüm günden beri gönlümü kaptırdım sana ve gönül şarabından içmiş oldum.
Bıktım yıllardır dolaşmaktan hüzün bahçelerinde
Çektiğim bunca çile artık bitsin güzelim
Anladım en yüce mutluluk yüzünün bahçelerinde
Boşa geçen ömrüm artık seninle bitsin güzelim
Ama Allah’tan umut kesilmez diyorum. Lise üçte daha çok vuruldum sana, fakat bu neyi değiştirir? Benim sevdiğimi senin de anladığını sanıyorum; anladığına eminim, fakat çaktırmıyorsun, bilmiyor gibi gözüküyorsun, sen bu oyuna devam ede dur…
Havadan sudan sözet bana aşkın yerine
Bırak aşkı anlatsın gözlerim gözlerine
Ben gönül ülkesinin dil bilmez gezginiyim.
Gözlerim tercümandır kalbimin sözlerine
Ders aralarını ve sabahları iple çekiyorum ve beklediğim zaman gelince de dünyalar benim olmuş gibi seviniyorum. Senin yanında durup konuşunca, ne bileyim bu duyguyu anlatamam, bunu iyi biliyorum, hasretine dayanamıyorum…
Yokluğun ağır geliyor bana
Dakika dakika hasret gizliyorum
Hiç kıpırdama kollarımda ne olur
Mutluluğun resmini çiziyorum
Ama senin böylesi beni düşünmediğini biliyorum, gene de seni çok seviyorum, bunu inkar edemem. Bu sevgi bir de karşılıklı olsaydı çok iyi olurdu ama olsun, kaderim, alınyazım böyleymiş benim… Bu alınyazımı Allah’tan başka kimse değiştiremez. Aslında çok sinirli ve çok kızan birisiyim ama seni görünce, ne bileyim, içime ışık doğuyor, hiç sinirlenmiyorum, çünkü seni çok seviyorum. Dediğim gibi bu yazıyı rahatlamak ve sana olan duygularımı ifade etmek amacıyla yazdım. Okuyanları üzmüşsem affola!”
Masallarda okuruz, hani bir adada tek başına kalmış biri yazdığı mesajı bir şişeye koyar, sonra onu denize bırakır, milyonda bir olsa da mesaj yerini bulur ya ben de okuldan sonra geçen otuz üç yılda hiç karşılaşmadığım, hiç haber alamadığım, şu an ellili yaşların başında olan, bakışları baldan tatlı, en tatlı bakışlı öğrencime el sallıyor, selam ve sevgilerimi gönderiyorum…