Belki de toplumumuzdaki en büyük yaralardan biridir bu durum. Çocukluktan itibaren özellikle ergenlik döneminde bedenen bir eksiklik veya çocuğun aile içerisinde aşağılanması (sen beceremezsin, yapamazsın vb..) ileride bu kompleksin yerleşmesine neden olur. Dr. Adler’e göre kişi sürekli olarak içindeki aşağılık duygularını yenmeye çalışarak başarılı olmaktadır. Aşağılık duygusunu aşamayan insanlar gerek özel, gerekse iş hayatlarında gerçek potansiyellerini sergileyemezler. Bu insanlarda yuva kuramama, mesleğinde başarılı olamama ve toplumda yer edinemeyip toplumdan uzaklaşma sık görülür.
Çocukluk çağı obezitesine bu yönü ile giriş yapmak istedim. Günümüzde dildeki tat tomurcuklarının mucizevi gücünü fark eden gıda teknolojisi özellikle çocukların hoşuna gidecek bir sürü yeme üzerine ürün yaratmıştır. Ancak yapılan pek çok çalışma ve gözlem bu gıda ürünlerindeki bazı maddelerin çocuklarda iştah artışı, insülin direnci ve obezite, ağız ve diş yapısında bozukluk, allerjik reaksiyonlar, hiperaktivite ve daha başka pek çok sağlığı bozan durumlara yol açtığını göstermektedir.
Gerek Batı dünyası gerekse ülkemizde bu konuda önlemler alınmaya çalışılmaktadır.
Çocuğunuzun obez olması için adeta mükemmel bir ortam vardır. Öyle ki, obez olmaması, insülin direncinin gelişmemesi, karın, basen ve her 2 cinste göğüs bölgesinin erken yaşlarda büyümemesi nerede ise eskilerin deyimi ile ender-i nadirattandır. Kuşak farkının yarattığı çarpıklık nedeni ile obez olan çocuklarla alay edilmesi, aşağılanması,dışlanması, bunlarda ileride ciddi ruhsal sıkıntılar doğurabilir. Yaklaşım son derece bilgece, mantıklı olmalı ve bu çocuklar mutlaka tedavi edilmelidir. Şu asla unutulmamalıdır: Beslenmesi gereken yaşlarda eğer bir çocuğa gerekenden az kalori verilir ise bu da ileride ciddi sorunlar doğuracaktır. Doğada hep sağlam olanlar ayakta kalır bilirsiniz. Çocuk hekimlerimiz, çocuk ruh sağlığı konusunda eğitimli bilim insanlarımız yukarıda konu edilen durumlar hakkında sizlere gereken yardımları mutlaka yapacaklardır.
KANSERE ÇARE VAR MI?
Bu köşede Şubat 2014’te kansere çare bulunamayacağını yazmış ve kirlettiğimiz dünyamızın günahını çektiğimizi belirtmiştim. 1 hafta öncesinin yazılı ve görsel medyadaki haberlerine bakın lütfen.
Tabii ki yeni gelişmelerin ışığında uygulanan tedaviler, yaşam süresinin uzatılmasını, acıların azaltılmasını kısmi olarak olumlu yönde etkilemiştir. Ancak alınan verimin çok çok üzerinde yapılan sağlık harcamalarına rağmen kanserlerin azaltılamadığı hatta 2030 yılında dünyada bugünkü sayının 2 katı kanserden ölüm oranının olacağı belirtiliyor. Doğal ve bilinçli beslenme, spor, ara ara şehir ortamından uzaklaşmak, temiz hava solumak ve huzur. Bunları yapabildiğimiz ölçüde korunma oranımızı da artırabilmekteyiz.
Kirlettiğimiz dünya ile ilgili söylenecek çok şey var ama Sayın Hayrettin Karaca bakın nasıl özetlemiş: Satışa hazır 1 ton altın elde etmek için 300 bin ton atık üretilir.
Başka bir deyişle altın bir alyans için ortaya çıkan atık miktarı 3 tondur. Bu atıkların çoğu siyanür ve kimyasal maddeler içerir. Varın diğerlerini siz hesaplayın. Kanseri yenebileceğimize bu gidişle gerçekten inanıyor musunuz?
Kulağa küpedir atalarımızın sözleri. Boşuna mı söylendi, ne koyarsan aşına, o gelir kaşığına…
NOT: Kıymetli okurlar. Bugün 100. yazı ile karşınızdayım. Tanıyanlarım başta olmak üzere pek çok okur tarafından faydalandıkları gerekçesi ile teşekkürler aldım. İnsanımızın sağlıklı yaşaması adına en güncel bilgilerden, günü gününe yurtdışı kaynaklardan derlemeler yaparak sizlere yardımcı olmaya çalıştım. Tecrübeler, gözlemler ile desteklenmiş en yeni bilgileri size aktarma gayretinde olacağımı bildirir, bu konuda her zaman desteğini gördüğüm Olay camiasına ve sizlere saygılarımı sunarım.