Dr. Mete Ekşioğlu
Dr. Mete Ekşioğlu

Virüs savaşları

Kıymetli okurlarım. Son günlerde yine kafalarda soru işaretleri uyandıran birtakım açıklamalar yapılarak insanlarda korku üzerine korkular eklenmekte ve bu da mikropların bize ulaştığında sonuçta ölümün kaçınılmaz olduğu fikrini bizlere adeta çivilemektedir. Dünyada virüs, bakteri ve daha farklı yapıdaki mikropların öldürücü olduğu büyük salgınlar genellikle kıtlık ve savaş yıllarında gerçekleşmiştir. Öncelikle bu, sonra da bizim bir bağışıklık sistemimizin olduğu ve mikroplara karşı inanılmaz silahlar ile donatıldığımız unutulmamalıdır. Unutulmaması gereken bir diğer gerçek de şu an dünyada halen verem hastalığından, koronavirüs enfeksiyonundan kat kat daha fazla insan öldüğüdür.

Vücudumuzda iki sistem vardır ki bunlar öğrenebilme, düşünebilme ve hafızaya alma gücüne sahip sistemlerdir. İlki beynimiz ikincisi ise bağışıklık sistemimizdir. Bağışıklık sistemimizin savunmasını ülkemizin silahlı ve istihbari kuruluşlarına benzetebiliriz. 1.savunma hattında cilt, sindirim, solunum, üreme ve boşaltım sistemlerimizde bulunan zarlardaki mikrop önleyici yapılar yer alır. 2. savunma hattında ise doğuştan itibaren gelen ama özel olmayan bağışıklık elemanları bulunur. Makrofajlar, Nötrofiller, Doğal katil (NK) hücreler, sitokinler, bazı proteinler bu grupta yer alır. Özel olmaması demek gelen mikrobun gözünün yaşına bakmaması, hepsini elinden geldiğince öldürmesi anlamını taşır. 3.savunma hattı ise özeldir. İlgili mikroba karşı özel geliştirilmiş asker ve silah bulunduran bu grup savunma hattında B hücreleri (antikor denilen ve mikroba yapışıp yok edilmesini sağlayan özel proteinler üretirler) ve T hücreleri (Direkt öldürücü, bağışıklık trafiğini yönlendirici ve salgıladıkları kimyasallar ile mikropları yok edici) bulunur.

Eğer bağışıklık sistemimiz güçlü ise mikroplara karşı olan savaştan galip çıkabiliyoruz. Oksijensiz ortamlarda, toksik maddeler ile haşır neşir olanlarda, düzenli beslenmeyenlerde, spor yapmayanlarda ve kronik bazı hastalıkları olan insanlarda bağışıklık sistemimiz de yeterince çalışamaz. Öncelikle binlerce bilimsel çalışmanın ışığında bu sayılanlara ne kadar yatkın olup olmadığımızı değerlendirip risk altındamıyız, değilmiyiz kendimizi tartmalıyız.

Kafa karıştıran bilgileri bir yana bırakalım ve çok basitçe şu 4 ana başlığı bir düşünelim. 1- Oksijen bağışıklık sisteminin işlemesi için olmazsa olmaz bir madde. Sigara, kapalı, havalanması yetersiz yerler, kirli şehir havası bizim dezavantajlarımızdır. 2- Hücrelerimizin sağlıklı olması için vitaminlerden tutun da antioksidanlara, omega-3 gibi dışarıdan almamız gereken moleküllere kadar pek çok mikro besleyici maddelere ihtiyacımız var. Gününü pilavla, beyaz un ve şekerli gıdalar ile, asitli içecekler ile, kızarmış patates ve fast food tarzı beslenme ile geçiren bir kişi hücrelerini ne derece besler bir düşünün. 3- Yapılan çalışmalar egzersizin bağışıklık sistemi üzerine sayısız olumlu etkilerinin olduğunu göstermiştir. Son bilgiler ışığında egzersiz sırasında oluşan ısının virüslerin çoğalmasını azalttığı gözlemlenmiştir. Saatlerce tv izleyen ve elinden telefon, tablet düşmeyen kişiler bu konuda da sınıfta kalmışlardır. 4-Düzensiz uyku ve stresle baş edememe bağışıklık sistemini çökertir. Gece yarılarına kadar, hatta sabahlara kadar ekranların esiri olanlar buna dikkat etmelidirler.

Dikkat edilirse birçok bağışıklık sistemini güçsüz bırakan durumları biz kendi yaşam tarzımız ile kendi kendimize yaratıyoruz. Virüsler de bakteriler de, mantarlar ve diğer enfeksiyon ajanları da bizler gibi bu dünyada yaşama hakkı olan birer canlı türü. Çağırsak da geliyorlar çağırmasak da. Ama ellerini boş göndermek biraz da bizim elimizde.

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X